Evvel zamanda uzak bir diyarda bir kümes sarayı varmış. Orada bir güzellik kraliçerya perisi her bahar bir sürü yumurtalar çalarmış orada burada yaşayan tavus kuşlarından ve yumurtaların üzerine gurk olur oturur, uzanırmış. Hergün ballı şerbetler, bademli tartlar, pekmezler ve fındıklar yermiş. Bir sürü şarkılar söylermiş ve büyülü nefesi ile yumurtalara üfleyip her birinin birbirinden daha da güzel çıkmasını sağlamaya çalışırmış. Ve gerçekten de her seferinde birbirinden çok daha güzel bir tavus kuşu çıkarmış yumurtadan. Bizim güzellik kraliçerya perisi de kümes sarayında bu güzel tavus kuşlarına güzel olmanın gerektirdiklerini öğretirmiş.
Güzel olmak endamlı olmayı gerektirirmiş. Güzel olanlar boyunlarını başka türlü eğerlermiş, gözlerini başka türlü kırparlarmış. Güzel olanlar daha başka yürürlermiş ve konuşurlarmış. Bütün günleri bu çok önemli iş olan güzel olmayı öğrenmek ile geçiyormuş.
Günlerden bir gün tüyleri ne yeşil ne mavi ne de başka bir renk olan bildiğin beyaz olan bir kuş çıkmış yumurtalardan. Güzellik kraliçeryası garip beyaz tavuş kuşuna bakmış. Sonra sağ taraftan bakmış sonra da sol taraftan bakmış. Sonra arkadan, üstten ve sağdan soldan bakmış ama ne taraftan bakarsa baksın bir türlü güzel görememiş bu beyaz şeyi yani minik yavruyu. Ve bütün gün hımmlamış. Burada güzel olmayan şeyleri büyütmüyorlarmış. Yani buna enerji ayıramazmış. "Olamaz!" demiş, "Ay olamaz." Güzellik Kraliçerya Perisinin vakitleri çok kıymetliymiş ve bu kıymetli vakitleri ancak güzelleri yetiştirerek harcamalıymış ve bu dünyanın güzelliğe ihtiyacı varmış. Güzellik olmadan olmazmış.
"Ah!" demiş. birkaç gün boyunca ayılıp bayılmış. Kendine çok acımış, pek kıymetli emeklerinin bu hiç birşeye benzemeyen yavruyu büyüterek geçecek olmasına hayıflanmış. Sonra aklına 'ayna ayna' gelmiş. Ayna ayna, karşısındakine bakar ve güzelliği ışıldatırmış. Ayna aynayı mahzenden çıkarmış ve kümes sarayın salonuna koymuş. Tüm tavus kuşları endamı ile salonda yürüyüp ayna aynanın önüne sırası ile çıkmışlar. Ayna ayna, önünde salınan tüm tavuşkuşlarının geçişlerinde ışıldayıp parıldamış ama beyaz tavuş kuşunun karşısına geçildiğinde sadece beyaz rengini yansıtmış. Diğerlerinde olduğu gibi sarı mavi yeşil pamba renklerle ışıldamamış beyaz beyaz parıldamış.
"Hmm" demiş güzellik kraliçerya perisi. o gece hiç uyuyamamış ve kümes sarayın etrafında uçuşmuş ve ağlamış. Gözyaşlarının düştüğü yerlerden beyaz ay çiçekleri çıkmış gece vakti. Zavallı güzellik kraliçerya perisi bu beyaz tavus kuşu ile ne yapacağını bilememiş.
Zamanlar geçmiş, diğer tüm tavus kuşları ile birlikte bizim beyaz tavuskuşu da büyümüş. Ve kümes sarayından ayrılma vakti erişmiş. Uzak yollara doğru tavus kuşları bir seyahate çıkacaklar ve sonra senede bir gün kümes saraya geleceklermiş. Her seyahatlerinden dönen tavuskuşları her sene güzellik kraliçerya perisine ne müthiş varlıklar yetiştirdiğini hatırlatır ve onu gururlatırmış. Ve o sene bu son ayrılanlarla birlikte artık güzellik kraliçeryasının yetiştirdiği son tavus kuşu sürüsüymüş bu uğurladıkları. Artık her dolunayda dönecek ayrı bir tavus kuşu sürüsü yetiştirmiş. Herbiri birbirinden güzel ve eşsizmiş ama bu sefer ilk defa beyaz bir tavuskuşunu uğurluyormuş. Bizim Kraliçerya peri ağlayarak göndermiş her birini. Beyazı gördüğünde daha ağlamış ve ortalıklar misler gibi kokmuş çünkü gözyaşlarının değdiği heryer bembeyaz ışıldıyormuş ve gece, ormana doğru giderlerken beyaz tavuskuşunun bastığı yerlerde de beyaz çiçekler çıkmaya devam etmiş. O gece orman mis gibi kokmuş.
Beyaz tavuskuşu biraz yürümüş kardeşleri ile sonra uzak bir dağa doğru kıvrılan bir patika dikkatini çekmiş ve aklına güzellik kraliçerya perisinin sözleri gelmiş:
"Işıldayın, parıldayın
Ve gözleri çekin üzerinize
O uzaklarda serilin, serpilin
Ve her daim en ileriye gidin.
Ama kümes saraya ve anneniz kraliçe periye her sene ziyareti unutmayın"
"Işıldamak ve parıldamak için en uygun yer" diye düşünmüş bizim beyaz tavuskuşu, bu karanlık dağa doğru kıvrılan karanlık patika olmalı. Oysa diğerleri öyle düşünmemişler, onlar uzaklarda ışıkları seçilen ihtişamlı ve kalabalık şehirlere çıkan başka patikalara doğru yürümüşler.
Beyaz tavuskuşu karanlık patikada yürürken hava iyice kararmış çünkü kara bulutlar etrafta toplanmış. Dolunayın ışığı kaybolmuş, eğer kaybolmasaydı o gece beyaz tavus kuşunun ay ışığında nasıl ışıldadığını ve yürüdüğü yollarda açan çiçeklerin nasıl karanlığın ortasında güzel bir tezat tablosu yaptığını görebilirdiniz ama karanlık bütün bunları görünmez kılmış.
Patikada yürümüş tavus kuşu ve yorulduğunda bir ağaca tüneyip uyumuş. O ağaç kümes saray gibi konforlu bir ağaç hiç değilmiş. Ama tavus kuşu çok rahat etmiş, sabah güneşin ilk ışıkları doparken uyandığında etrafa bakınmış. Çiçeklere ve öten böceklere. Bu tek başına uyandığı ilk sabahmış ve dışarıda uyumak ona biraz çılgınca ve özgürce gelmiş. Öyle olunca kanatlarını açıp iyice gerinmiş. Tam da o esnada kanatları ağacın dallarındaki elmalara değmiş ve elmalar yere dökülmüş. Elmaların döküldüğü yerde bir yalnız adamcağız oturmaktaymış. Elmalardan biri kafasına isabet etmiş, kafasını kaldırınca beyaz tavus kuşunu görmüş.
"Ah, merhaba sevgili tavuskuş" demiş ona.
"Merhaba" demiş tavuskuş adama. Sonra sessizce ve yavaşça uçup alçalmış. Adam tavuskuşunun selamını çok zarif bulmuş ve beyaz teni onun aklına birkaç ay evvel yitirdiği karısını getirmiş. Yorgun gözlerinden bir damla yaş düşerken tavuskuşuna usulca anlatmaya başlamış:
"Sevgili tavuskuş.
Comments