Başka başka yerlerde mini mini minicik zamanların koca koca kozalakları kovaladığı günlerde bir yalnızcık tavşan varmış. Bu yalnızcık tavşan anacığı ile babacığı ile yaşar dururmuş. Zamanların çoğunda sıkılırmış. Zıplamak ve oralardan buralara koşturmak sıkıntısını pek almazmış. Gürültü etmeyi severmiş tavşancık ancak ne ailesi ne de komşuları gürültüyü hiç sevmezmiş. Onunla oynacak, gürültü edecek ve yaramazlık edecek arkadaşlarının olmasını dilermiş tavşancık. Böyle dilerken de tam rüyasında bir ulu ağaç görmüş. Şarkılı bir ağaçmış ve çok da gürültülüymüş. Uyanmış, annesine anlatmış. Annesi de ormandaki yaşlı ağaçlardan bahsettiğini hemen anlamış. Huysuz meşe ile gürültücü ıhlamur, tavşan ailesine komşu koca ormanın en yaşlı ağaçlarıymış. Annesi demiş ki tavşancığa " Hepimiz büyürken bir gece rüyamızda görürüz Gürültücü anne ağacı. Hepimizi çağırır yanına bol bol gürültü etmeye ama Huysuz Meşe baba, çok pek çok kızar gürültü etmeğe. Bu nedenden hep isteriz gitmeyi ama dururuz da gitmeyiz. Beklerken beklerken geçer gitme isteğimiz." Tavşancık ama çok gitmek istiyormuş. Her şeyden çok. Gürültü etmek istiyormuş. Çok pek çok. Derken annesinin sözünü dinlemiş ve gürültücü ağaca gitmemiş. Günler geçmiş, tavşancık her akşam ama her akşam uykusunda gürültücü ağacı görmeye ce eğlenmeye devam etmiş, bir türlü gitmek isteği geçmemiş. Öyle ki akşam uykuya giderken karnında kelebekler uçuşmaya başlamış rüya göreceği için sabah neşeyle uyanmış ama gidemeyeceği için küsmüş darılmış. Günler sıkıntılı rüyalar eğlenceli olduğu bir düzen tutmuş başlamış. Günlerden bir gün tavşancık her zamanki gibi bir başına oyunlar oynarken bir sincap bir de gelincik görmüş. Anneleri önde kendileri arkada koşuşturmaktalarmış. Heyecanla gitmiş yanlarına ve tanışmış konuşmuşlar. Tavşancığın daha evvel hiç arkadaşı olmadığından çok heyecanlanmış. Derken laf, lafı açmış ve konu gürültücü ağaç rüyasına gelmiş. Meğer sadece tavşancıklar değil, sincapcıklar ve gelincikcikler de aynı riyayı görüyorlarmış.
O akşam üç kafadar birlikte oynamış bolca eğlenmişler. O denli eğlenmişler ki oynarken evlerinden ne kadar uzaklaştıklarını farkedememişler. Sonra birden sağanak bir yağış başlamış. Ve feci bir rüzgar. O zaman minikcikler ürkmüş ve korkmuş. Eve epeyce uzak olduklarından sığınacak bir yer aramışlar. O anda tıpkı rüyalarında gördükleri Gürültücü ağaca benzeyen bir mis kokulu ıhlamur ağacı görmüşler. Hemen köklerinden birinin derinliklerine sığınmışlar. Ağaç sanki onlara kucak açmış, sarmış, sarmalamış. Yağış dinmeden henüz köklerin arasında gezip dolaşırlarken değdikleri yerlerde gürültülü notalar çıktığını farketmişler. O zaman köklere vurmaya başlamışlar ve gürültülü bir müzik çıkmaya başlamış ortaya. Anlamışlar ki gürültücü ağacın tam da içindeler. Aman ne neşe ne keyif ne eğlence! Dım dım diriri dım dım pata pata. Bom bom Güm de bom şıkı şıkı pıt da şık. Keyifli melodiler birbirlerini kovalamış. Bizimkiler hem eğlenmiş hem kökte köke sıplamaktan yorgun düşmüş. O akşam o kadar çok müzik yapmışlar ki ormandaki tüm ağaçlar duymuş. Huysuz meşe huzursuz olmuş, kulaklarını kapamış biraz söylenmiş. Fazlaca söylenmiş. Gürültücü ağaç devasa kahkahalar atmış. Gürültülü melodiler koca ormana can vermiş sanki. Binlerce yıldır konuşmayan ağaçlar fısıldamaya, konuşmaya başlamış. Birlikte sallanmaya titremeye başlamışlar ve evvela ormana yavrularını merak eden tavşan, gelincik ve sincap ailesi gelmiş. Ardından ormana başka da bir sürü aileler gelmeye başlamış.
O gece Gürültücü ağacın tam da içinde uyumuş üç aile de. Sonraki gece de dönmemişler. Koca ormanı uzun zamanlar önce terk etmiş olan başka pek çok hayvan da gürültüleri duyunca dönmeye başlamış. Geyikler gelmiş, kurtlar, başka tavşanlar. Baykuşlar dönmüş ve bir sürü de başkaca hayvan. Ormanın bir çok yerinden türlü hayvanların sesleri gelmeye başlamış. Ertesi sabah üç minikcik gene gürültücü ağaca tırmanmışlar. Dallarından dallara ve ardından köklerinden köklerine atlamışlar. Sesler gittikçe yükselmiş yükseldikçe başka başka ağaçlar gelmiş. O denli kocaman sesler yapmışlar ki ormandaki tüm ağaçlar kahkaha atmaya başlamışlar ve kökleri ile birbirlerine sarılmışlar. Ardından düşünmüşler ne kadar da uzun zaman oldu diye. Ne kadar da uzun zaman oldu böyle sarılmayalı. Ormanın havası değişmiş, kara ve ürkütücü görünümü dağılmış. Civarda yaşan insanlar bile ormanın arasında yürümeye başlamış. İşte günler böylece günlari kovalamış ve evvela Gürültücü ağacın tüm kovukları ve köklerindeki boşluklar dolmuş türlü hayvan aileleri ile sonra da kucakları açıp da bol bol kahkahalar atan başka başka hayvanlar. İşte böylece Orman neşeli ve gürültülü hem de kalabalık bir yer haline dönüşmüş. Ancak gürültüler koca huysuz meşe yi rahatsız edermiş zaten öyle de olmuş. Huysuz meşe gürültüler arttıkça homurdanmış, homurdandıkça kızmış, üzerinde gezen yürüyen hoplayan zıplayan türlü hayvanları barındırmak istememiş. Titredikçe titremiş. Kovmuş düşürmüş hepsini. Kızgın titrek meşe ne kalabalıklaşan ormana dayanabilmiş ne de gürültücü ıhlamura. Halbuki bir zamanlar onların ikisinin aşkı dillere destanmış. Halbuki bir zamanlar tüm aşıklar onların ayaklarının diibinde buluşurmuş. Halbuki bir zamanlar birbirlerine ne sözler vermişler de köklerini birbirlerine doladıkça dolamışlar. Sarıldıkça sarılmışlar. İşte bu çok uzun zaman önceymiş.
Sonrasında, orman kalabalıklaşınca ve gürültüler artınca, Titrek Meşe homurdanmış. Öyle bir titreyişle titremiş ki üzerindeki tüm böcekler, sincaplar, kelebekler, kuşlar kaçıp gitmiş, Sonra köklerini kaldırmış yerden ve devasa adımlar atarak uzaklaşmış gitmiş. Birbirlerine sarılan, birlikte kahkaha atan, gürültü çıkartıp onu huzursuz eden ağaçların hepsine ve gürültücü Ihlamur'a en uzak yere kadar gitmiş. Nihayet dev bir kaya bulmuş, heryerden uzak herkesten uzak bir yerde. Orada kayanın üzerine konmuş ve etraftki kumlarla toprakların içerisine doğru uzatmış köklerini. Kökler uzamış, derinlere doğru dolanmış ve tutunmuş oraya.
Gürültücü ağaç, huysuz titrek meşe giderken çok incinmiş, kökleri acımış, gövdesi acımış. Söylediği şarkıların bazısı acı ile dolmuş ve yürek sızlatmış. övdesinden yaşlar sızmış. Ancak köklerinin arasında, dallarında oynayan zıp zıp tavşan ve diğerleri o ağlarken ona sarılmışlar. Gürültücü ağaç yeniden kendisi olduğu için, güldüğü, ağladığı, kızdığı için memnunmuş ama Titrek Meşe ile geçirdiği binlerce yılı çok ama çok özlüyormuş. Onun sayesinde orman neşe dolmuş ve gene türlü hayvan, böcek, kuş ve insanın evi, yuvası haline gelmiş. Çokça gülmüş, çokça ev olmuş, ama yüreğinden sızılayan gözyaşları dinmemiş, tam kalbinin olduğu yerden gözyaşları, her daim akmaya başlamış. Akan gözyaşları pınarı, tıpkı gözyaşları gibi hafifçe tuzluymuş bile. Yüzlerce yıl öyle akmaya devam etmiş. Zıp zıp tavşan ve arkadaşları gürültücü meşenin pınarında banyo etmişler, oynamışlar. Seneler boyu kuşaktan kuşağa mutlu yaşamışlar. Yüzlerce yıl sonra bir gün pınarın suyu artık tuzlu akmaz olmuş. Tatlı akar olmuş. Hatta derler ki kim Gürültücü Ihlamur'u bulsa da pınarından bir yudum içse, şifa ve mutluluk dolar bedeni. Çünkü yüzlerce yıl sonra, gürültücü ıhlamurun köklerinden biri, toprağın içinde Titrek huysuz meşenin köklerinden birine denk gelmiş ve incecik bir kök de olsa sarılmışlar birbirlerine. O gün bugündür, gürültücü ormanın gürültücü ıhlamuru hem daha coşkulu hem de taptatlı bir su pınarı akıtır durur gövdesinden.
Comments