Küçücük bir beyaz yelekli kız varmış. Çok acayip bir yerde yaşıyormuş. Bir evi varmış, çatısı yıkılıyormuş. Çatısını yapsa camları kırılıyormuş, camları yapsa duvarlarındaki tuğlalar devriliyormuş. Sonra bir arabası varmış, tıngır mıngır evinden işine gittiği. Arabanın lastikleri çıkıyormuş. Koltukları devriliyormuş. Bir seferinde motoru yerinden fırlamış uçup gitmiş. Güzel bir iş yeri var sanırsınız duysanız ama işyeri de aynen arabası ve evi gibiymiş. Bir yıkılıp bir devriliyormuş. Doğrusu kızcağız bir yandan evini, bir yandan arabasını, bir yandan da yıkılıp devrileduran iş yerini bir yoluna düzenine sokmakla öyle çok meşgulmüş ki bazı zaman uyuyacak ya da yemek yiyecek bir aralık fırsat bulamıyormuş.
Yaşadığı ova öyle güzelmiş ki. Karlar yağdığında bir geline benzermiş, allı pullu. Geyikler çam ormanlarının, ladin ormanlarının arasından neşeyle tüten evlerin bacalarına doğru kafalarını uzatırmış. Kışın o köydeki nineler yeşilli kırmızılı bir sürü patik, atkı, hırka, yelek örerlermiş. Öyle bolluk ve cömertlik hakimmiş ki ovaya, her evin bahçesindeki kardan adamlar bile kışın üşümesin diye böyle yeşilli kırmızılı ceketlerle, atkılarla, berelerle kaplanırlarmış. O ovada soğukta kimsecikler üşümezken, her daim yorgun olan minik beyaz ceketli kızımız muhakkak üşür, tir tir titrermiş. Evin ocağında ateşin harlı harlı yanması pek ender oluveren bir şeymiş. Ya çatı devrilir, ya baca tıkanır onlar olmazsa baca devrildiğinden beyaz ceketli kız evde olduğunda mütemadiyen bir tamir işi ile uğraşır dururmuş.
Beyaz ceketli kızın kocaman bir ayıcığı varmış. Bir de leyleği varmış. Çatı devrilmezse çatıdaki yuvasında her daim duran, kimi zaman uzaklara gitse de dönüp dönüp gelen. Ayıcığa ise ayıcık dediğimize bakmayın, üç adam büyüklüğündeymiş. Bir minik fare kadar uysalmış ve çoğu gece -ormanlarda veya uzaklarda değilse, kıza sarılır öyle uyurmuş. Kızın devrilip yıkılan evi, arabası, işi ne kadar kızı üzüyorsa, yıkık döküklerin arasında dolaşan ayıcığı, tepede uçan leyleği, etrafta zıplayan sincaplar, horozlar ve kazlar kıza o kadar neşe ve dinginlik veriyormuş. Kızın evinin yıkılıp dökülmesi yetmezmiş gibi ortalıkta beyaz pembe karlar yağmaya başladığı zaman yeni bir bela daha türemiş. Karanlık çöktüğünde ormandan kapkara görünen cüceler kızın yılıp duran evine doğru beyaz taşlar fırlatıyorlarmış. Kızın güzel çiçekler dikip bereketli sebzeler yetiştirdiği bahçesinde beyaz taşlar yığılıyormuş. Kız öyle yoruluyormuş ki her bir şeyle uğraşmaktan, o zamana kadar meşhur yeteneği olan çömlekleri artık yamuk yumuk yapar hale gelmiş.
Beyaz ceketli kızın sanatı işte çömlek yapmakmış. Öyle güzel çömlekler yapıyormuş ki dünyanın dört bir yanından ondan çömlek almaya gelenler oluyormuş. Çömlekleri kimsenin sırrını bilmediği bir tür sırla sırlıyormuş. O çömlekten yiyip içenlerin dertleri muhakkak şifalanıyormuş. Ancak yorgunluktan artık çömlek yapamaz hale gelmiş. Öyle yorgunmuş, uykusuzmuş ve bir türlü işleri bitmediği için tatsızmış. Beyaz ceketli kızın bir gün bozulmuş arabasını iş yerinin kenarındaki çöplüğe bırakmış ve dşmüş omuzları ile ormanın kıyısındaki patikadan yürüye yürüye evine doğru gitmeye başlamış. Tüm istediği evine ulaşıp, bahçesinden birkaç sebze toplayıp ocakta leziz bir yahni yapmakmış. İçinden dualar ediyormuş ne olur bir şeyler yıkılmasın diye. Patikada giderken önüne birden bir tavşan çıkmış. Kocaman pembe bir tavşanmış bu. Kıza sormuş neden yorgunsun diye. Kız anlatmış başına gelenleri. Pembe tavşan durduğu yerde hoplamış birkaç kere ardından bir kurbağaya dönüşmüş. Kurbağa hali ile birkaç kere daha hoplamış ve başkaca sorular sormuş. Neden yıkılıyor evin? O zaman neden başka bir ev kurmuyorsun kendine? Bizim yuvamız yıkılırsa daha uzakta ve güvenli başka bir yuva kurarız diye. Kız olamaz yapamam diyormuş. Yıkılan yerleri onarırım ama bir de cüceler türedi. Tavşan demiş ki o zaman cücelere bir akşam elinde bir meşale ile gitmelisin. Meşalenin ateşi kara cüceleri korkutur. Sana daha zarar veremezler. Kızın aklına yatmış tavşanın dedikleri. Evine varıp da yahnisini pişirince, ocağın alevlerinin karşısına ayısına sarılıp da uzanınca gene güm güm diye sesler gelmeye başlamış. Bu arada gene çatının bir kenarı çökmüş ve bazı duvarlar da düşüp devrilmiş. Kız bahçeye çıktığında yanına ocakta tutuşmuş bir odun da almış. Cüceler neşe içinde hoplayarak eve doğru taşlar fırlatıyorlarmış. Elinde yanmakta olan meşale varken bizim kız cücelerin yanına doğru koşmuş. Cüceler meşale ile kızın geldiğini görünce hoplayıp zıplamış kıkırkadaya kıkırdaya gülümsemişler. Ardından gürültü ile bağırmışlar ve ormanın içinden koşa koşa devasa bir geyik gelmiş. Devasa geyiği gören kız korkmuş ve koşa koşa evine geri dönmüş. Ayıcığına sıkı sıkı sarılarak uyumuş.
Ertesi gün gene işinden çıkmış ve evine doğru patikada yürümekte imiş ki gene pembe tavşanı görmüş. Bu sefer tavşanın keyfi gene yerindeymiş olan biteni anlatmış. Tavşan bir dahaki sefere giderken ökse otundan bir taç yapmasını öğütlemiş geyik belasına iyi geleceğinden bahsetmiş ve tam aynı vakitte gene meşale ile gitmesini söylemiş. Kız söylediğini yapmış. Karanlık cüceler neşe içinde hoplayıp zıpladıktan sonra ökse otunu gören geyik gene gelmiş kıza yaklaşmamış ama vahsi bir at gibi iki ayağının üzerinde kişnemiş sonunda sakinleşip eğilmiş yerlere kadar eğilmiş. Kız geyiğin koyu renkle bakan gözlerini görmüş ve içi şefkatle dolmuş. Etrafta kara cüceler zıplamaktaymış hala ama kız geyiğe uzanmak ve dokunmak istemiş. Gidip dokunmuş tenini okşamış. Ardından geyik ayaklanmış gene ve kara cüceleri da alarak oradan uzaklaşmış. Kız da evine geri dönmüş. Yüreği bir sığırcık gibi heyecanlı ve hızlı çarpmış bütün gece. Ertesi gün tavşana da anlatmış olan biteni tavşan da zıplaya zıplaya iyi geleceğini biliyordum demiş. Sonraki gece ama kara cüceler neşe ile gelmiş ve ve eve doğru gene birşeyler fırlatmaya başlamışlar. Kız uyku pijamaları üzerinde çıkmış gene evden, ayı halının üzerinde yuvarlanmış ama kedisi, köpeği, horoz ve kazları, leyleği herkes gelmiş onla bahçeye. Ve kara cücelerin neşe içinde fırlattıkları taşların, evden dökülen taşlarla birlikte bahçedeki sebzeleri ezdiğini görmüşler. Bu duruma çok üzülmüşler. Kız kızgınlıkla bağırmış cücelere ama cüceler kız bağırınca daha da heyecanlanıp daha da fazla taş atmışlar. Bunun üzerine kız bir fener kaptığı gibi koşmaya başlamış. Pembe tavşanı gördüğü patikaya. Pembe tavşaaaan! diye seslenmiş. Pembe tavşan da o esnada uyumaktaymış. Kız ona olan biteni anlatınca tavşan kızı ormanın ortasında kulubede yaşayan yaşlı cadıya götürmüş. Yaşlı cadı gecenin o saatinde bahçede kurduğu büyük bir sofrada çeşitli başla cadılarla ay ışığının keyfini çıkartıyorlrmış. Cadı olan biteni dinlemiş ve kıza demiş ki birazdan belki birkaç dakikaya bir kuyruklu yıldız geçecek ve herbirimizin dileklerini toplayıp öğütler verecek. Derdini duydum, kuyruklu yıldıza da söyle. Kız bu nasihati almış. Gözleri gökyüzünde evine doğru yürümeye başlamış. O esnada ormanın tam ortasındayken gözlerini göğe doğru kaldırmış ve parıldayarak yaklaşan kuyruklu yıldızı görmüş. "Yıkılıp duran evim" bunu söyleyebilmiş sadee, çok yorgunmuş, uykusuzmuş, üzgünmüş. Ellerini açmış sonra, elleri yorgun nasırlar içinde. Kendi yorgun ve üzgün haline üzülmüş ve gözlerinden birkaç damla yaşlar düşmüş. Nihayet ormandan çıkıp evinin önüne geldiğinde kara cücelerin her tarafı taşlarla doldurduğunu görmüş. Evi de o gece her gecekinden hızlı yıkılmış.
Bunu görünce öyle öfkelenmiş ki minik beyaz yelekli kız, öfkesinden küplere binmiş. Hiç huyu olmamasına rağmen içinden bir bela okumuş. Yıkılsın demiş her şey! Yeter, yetti. Yeter, yeter! İşte minik yelekli kız tam bunu söylerken kuyruklu yıldız tam tepesinden geçmiş. Alev alev yanan kuyruğunu belerte belerte oradan kayıp giderken, beyaz yelekli kızın dediğini duymuş, "Duydum ve kabul ettim." demiş. O anda hiçlikten bir dev peydah olmuş. Tek gözlü ve kocaman bir köpek dişi, kalın alt dudağından aşağı, çenesine doğru sarkan bir dev. Elinde kocaman dikenli bir tokmak varmış. Tokmağı sallamaya başlamış. Tokmağını sallamış. Ve oracıkta, beyaz yelekli kızın gözleri önünde tokmağını indiriverdiği gibi kızın evini paramparça etmiş. Ardından keyifli ve aptal bir gülüş belirmiş devin yüzünde. Kız karanlık göğün altında olan bitene şaşkın bir şekilde durmuş durduğu yerde. O kadar emek verip durduğu evinin paramparça hallerine bakmış, bakmış. Biraz şaşkınlık hissetmiş sonra bir kahkaha almış kızı. Bir taraftan gülüyor, bir taraftan ağlıyormuş. Yıkıntıların başında durmuş, iki elinin arasına alıp başını, çömelmiş. Sonra yıkıntıların arasından bir menekşesini bir de kupasını almış, bir tane de yıkıntıların arasından bir taş seçmiş. Urganına bağlayıp taşı kendine kolye etmiş ve yürümeye başlamış. Ayısı, leyleği, sincapları, kazları ve horozları da peşine takılmış kızın. Yürürken gözlerinden inci gibi gözyaşları süzülmüş. Ormann cadısının yanına gitmiş. Pembe tavşan da ona eşlik etmiş. Diğer cadılarla ay ışığında çılgınca kahkaha atmakta olan cadı yanına yaklaşan beyaz yelekli kızı görünce büyük bir şefkatle kıza sarılmış. Cadı ağlayan kız sakinleşene kadar beklemiş. Kızın hıçkırıkları durduğunda, beyz yelekli kız şöyle konuşmuş: "Evim yıkıldı. Ben kuyruklu yıldız geçerken öyle diledim. Benim yüzümden. Şimdi yapayalnızım." Böyle derken Pembe tavşan kızın sırtını sıvazlamış, sincaplar ayaklarına dolanmış. Kocaman ayıcık arkada hüzünle uğuldamış. Leylekve diğer diğer kuşlar karanlıkta pek de göremeye göremeye kıza sırnaşmışlar. Cadı yanıtlamış. "Bazen hikayeler ve görünenler yanıtır. nadiren doğru söz çıkar ama iyi ki de çıkar" sonra kızın gözyaşlarının düştüğü toprağı kazmış asası ile ve oradan aldığı toprağı eskimiş bir parşömene dökmüş. Ayışığına doğru tutmuş ve sonra üflemiş. Parşömenin üzerinde bir harita belirmiş. "Sabah olup da güneşin ışıkları seni koruyana kadar bekle. Sonra işte buraya kurul" Beyaz yelekli kız tam da anlamamış cadının söylediklerini ama biraz sonra güneş ışıtmaya başlamış ortalığı, cadı o anda kargacık evine girmiş, o evine girince evi bir yaşlı ağaca dönüşmüş ve güneş ııkları değince cadılar kaybolmuş sofraları ise taşlara dönüşmüş. Kız elinde ışıldayan parşömenine bakmış ve o haritayı tanımış. Yürümeye başlamış ancak dizleri tutmuyormuş. O esnada ormanın içindeki geyiği görmüş. Geyik daha evel kızdan aldığı ökse otunu kıza takmış. Sonra kızı sırtına almış. Kız önde hayvanları arkada yürümüşler ve parşömenin tam da işaret ettiği yere gelmişler. O ovadaki halk kızı iyi karşılamış. Bir kocaman meşenin hemen yanında durmuş kız. Orada bir eski beyaz taş varmış. O taşın bir rivayeti varmış. Geyiğin sırtında o taşın sahibi gelip buraya konacak diye. Kız geyiğin sırtında gelince ahali de rivayetin gerçek olduğunu anlamış. Kız orada beklerken kenardaki ormandan kara cüceler çıkıp neşe ile oraya taşları taşımaya ve güzel bir duvar örmeye başlamışlar. Kız yorgun yorgun oturmuş kenara ve sapasağlam bir ev ortaya çıkarken şaşkın şaşkın bakakalmış. Cücelerin düşman olduğunu sandığı onca zamana şaşmış. Sonra evin içine girmiş. Keyifli ve eğlenceli bir şekilde evin içinde zaman geçirmiş. Sürekli yıkılan bir ev ile uğraşmadığı için her şey çok daha kolaymış. O gece ve ondan sonraki geceler bahçede meşe ağacının dallarını fenerlerle süsleyip onun altında yemişler yemeklerini ve ardından ocağın karşısında birbirlerine sarılarak uyumuşlar. Bir süre sonra herkes kendine edinmiş. Kız seramik ve çömlek işini evinin aşağısına taşınmış. Bu sefer eskisinden de güzel ve şifalı çömlekler yapmış. Onun çömleklerini almak için herkesten de çok insan gelmiş. Ne zaman yorulsa geyik gelmiş ve kızı taşımış. Kız günlerce ve aylarca yıkılan evi için ağlamış. Yeni ve rahat evi için gülmüş. Ayıcığına sarılarak uyuduğu bir gece bir ses duyup uyanmış telaşla ve leyleği, sincapları, kaz ve horozları, pembe tavşanı ve mutlu ayıcığını huzurla gülümseyerek uyurken görünce hiç bir zaman yuvasız ve yapayalnız olmadığını, olmayacağını anlamış. Ardından sonsuza kadar mutlu mesut yaşamışlar.
Comments