"Ama Anne, gerçekten periler var mıı?" diye sordu Dosdos uyumadan önce. Sonra, sorusuna cevap beklemeden uykuya dalıverdi. Anne, üstlerini örttü ve evlerinin uzun koridorunda yürümeye başladı. Uzun koridor mutfak ve salonun olduğu evin ön kısmına açılıyordu. Ön kısma geldiğinde şömineye birkaç odun attı. O akşam annenin uzun uzun işleri vardı. Örecekti, dokuyacaktı ve boyayacaktı. Bir sürü hediye paketlemesi gerekiyordu. Dünyanın dört bir tarafına gönderecekleri vardı. Salonun uzun camlarından dışarı baktı. Evlerinin harmanına bir sürü kuzgun gelmişti çoktan. Karanlık koridordan bir çıtırtı geldi. Arkasından birkaç tane daha. O zaman Anne seslendi;
"Perilayn, sen misin?"
"Evet, onlara neden varlığımızdan bahsetmiyorsun?"
Perilayn bir periydi. Ne yazık ki çocuklar onu göremiyordu. Belki de ne yazık ki dememek lazım. Çünkü onları görebilen çocuklar da vardı. Anne bu çocuklardan birinin büyümüş haliydi. Çok büyük üzüntüler yaşayan çocukları, korumasız, savunmasız kalan çocukları alıp eşi görülmemiş güzellikte masal diyarlarına götürüyorlarmış. Ancak bu periler tarafından büyütülen çocukların büyüdüklerinde çok önemli işleri oluyormuş. Masal diyarı perileri, Alahçın'ın acılı dönüşümünden sonra tüm çocuklara yetecek kadar çok değilmiş. Bu nedenle daha evvel baktıkları çocukların bu işi yapmalarını istiyorlarmış.
"Ben nasıl çocukları büyülü diyarlara götürebilirim?" diye sormuş anne. Sonra örgüsüne geri dönmüş. Kendisine büyük bir çay koymuş ve karşısındaki oturan upuzun gümüş rengi saçları olan Perilayn'a da bir kurabiye uzatmış. Çocukken yaptığı gibi. Perilayn kalkmış, annenin arkasına geçmiş. Tıpkı çocukken yaptığı gibi, annenin gür, kahverengi saçlarını okşamaya başlamış ve ancak bir perinin yapabileceği gibi muhteşem bir örgü topuzu yapmış.
"Anlat, anlatırsan büyülü Dünya'nın kapılarını aralarsın zaten" demiş Perilayn. "Anlat" Sonra Anne'yi şöminenin başında bırakıp gitmiş. Anne, uzun uzun düşünmüş. Perilayn'ın evine uğradığı günler anne çok huzurlu hissediyormuş. İnanılmaz huzurlu. Şimdi de, dışarıda minik minik karlar yağarken, içeride şömine ateşi çıtırdarken keyifle bir taraftan hediyeleri yapıyormuş. Diğer taraftan da düşünüyormuş. Güzel zamanları, anılarını, acılarını. Bunları nasıl ve nerede anlatacağını.
Bir süre sonra, hediyelerden bir kısmını kuzgunlara teslim etmek için çıktığında dışarı, ormanda bir karaltı görmüş. Ne olduğunu merak etmiş ve biraz dikkatli bakmış. Evini çevreleyen ormanda hareket eden bir gölge gördüğünden eminmiş. O zaman hızla evine gitmiş ve kapıları sıkıca kilitlemiş. Perdeleri çekmiş. Yapmakta olduğu işi bırakmış ve elinde sopa ile oturmaya başlamış. Tedirgin hissetmiş, perde aralarından bakmış ancak gölgeyi bir daha görmemiş o gece. O gece paketleri hazırlamayı bitirmemiş ancak gölge, hemen hemen her gece, gecenin en karanlık saatlerinde gene görünür olmuş. Anne de o saatleri uykusuz bir şekilde bekleyerek geçirmeye başlamış. Ancak bir hafta, iki hafta, üçüncü hafta da aynı geçince, anne bir Dolunay gecesi harmana çıkmış ve tıpkı bir kurt gibi ulumaya başlamış. Sonra içeri geri girmiş.
Kısa bir süre sonra annenin boyundan daha büyük bir kurt belirmiş kapıda. Anne dışarı çıkıp kurdu karşılamış. Ve konuşmaya başlamış:
"Kurt anne, kaç haftadır bir gölge var ormanda. Evime çok yakınlaşıyor."
"Evet, bir adam girdi ormana. Zararlı birine benzemediğinden bir şey yapmadık. Ama izliyoruz."
"Beni rahatsız ediyor ve evimin alanına fazla yaklaşıyor."
"O zaman yakalarız. Ormandan def ederiz."
Anne, Kurt Anne'nin sözlerine sevinmiş. İçeri girecekken, aklına Kurt Anne'nin adamı zararsız bulduğunu söylemesi takılmış ve dışarı çıkmış hemen.
"Kurt Anne!"
"Dönmüş Kurt Anne, Anne'ye meraklı ve masmavi gözleri ile bakmış. "Söyle kızım."
"Adam kimmiş, neden ormandaymış merak ettim. Öğrenmek isterim."
Kurt Anne başını sallamış. Sonra ağaçların arasında kaybolmuş. Anne, ormanda bu sebeple yaşıyormuş. Evlatlarını büyütmek için en güvenli yer Kurt Anne'ye yakın olduğu, onun korumasında olduğu bu köşeymiş. İleride köyün ışıkları görülüyormuş. Dilediklerinde köye gidiyorlarmış, orada güzel ve keyifli zamanlar geçiriyorlarmış. Köylülerin demesinin aksine ormanın tam da bu köşesi en güvenli yermiş. Anne içeri girmiş ve kalın battaniyesine sarılarak beklemiş. Sabahın ilk ışıkları ile Kurt Anne ve birkaç kurt geri dönmüş. Yanlarında bir adam da varmış. Anne dışarı çıkmış o zaman tekrar.
"Kimsin sen? Evimin etrafında neden dolanıyorsun?"
"Ben hayalet avcısıyım." demiş adam. "Bu kasabadaki hayalet hikayeleri, yolumun buraya düşmesine sebep oldu."
"Benim evimin etrafında ne yapıyorsun peki?"
"Ormandaki hayaleti arıyorum."
"Hayaletlerle uğraşmak tekinsiz bir iştir. Evlerin sınırlarına yaklaşmak da öyle." Sonra Kurt Anne'ye dönmüş ve teşekkür etmiş. Ancak geceki gibi cevap vermemiş Kurt Anne, çünkü sadece Dolunay gecelerinde insanların dilinden konuşabiliyormuş. Diğer kurtlarla birlikte geri çekilmişler. Anne, adamı çok üşümüş ve güçten düşmüş görmüş.
"Karnın aç mı?" diye sormuş.
"Kurtlar gibi" demiş adam soğuktan titrerken. Bir taraftan da kurtlara bakıyormuş. Anne adamın kendisine ve ailesine zarar vermeyeceğini anlamış. Kurtlar da o fikirdeymiş. Gene de harmanın kenarında, ormanın kıyısında uzanmışlar, hemen gitmek yerine. Anne de adama oturmasını söylemiş. Ona bir kap sıcak çorba verecekmiş.
İçeri gidip çorbası ile dönmüş ve taş basamaklarda, karların üzerine oturmuş olan adama çorbayı uzatmış.
"Nerede kalıyorsun?"
"Köydeki handa. Köylüler kalmamı da ormana gelmemi de istemiyorlar. Ormanın tekinsiz olduğunu söyleyip duruyorlar. Hakikaten de öyle. Ama onların dedikleri de doğru, bir tek sen güven içinde yaşıyorsun bu ormanda."
Anne cevap vermemiş. İçten içe, köylülerin bu yabancı adama kendisinden bahsetmesine içerlemiş. İnsanoğlu işte diye düşünmüş, güven olmuyor.
"O halde ormana neden geliyorsun?"
"Ormanın kıyısındaki yolda bir hayalet gördüm. Ne zaman yoldan biri geçecek olsa çıkıyor sonra ormana, ormanın aşağısındaki nehre kadar yürüyüp kayboluyor. Mezarlıkta da bir çocuk var. Köylüler de biliyorlar o çocuğu. "
"Ne yapacaksın ormanın hayaletlerini? Bırak o üzgün yaratıkları. Zamanları bitene kadar kalmaya devam etsinler."
"Sen hayaletleri biliyor musun? Konuştun mu hiç onlarla?" O sırada acele ile çorbasını bitirmiş ve yüzüne biraz renk gelmiş. "Teşekkür ederim!" Kırmızı sakallı ve tombik yanaklı adam, çorba içip de yüzü kanlı canlı hale gelince pek şirin gelmiş anneye. "Hayaletlerden uzak dur, orman hakikaten tehlikeli. Hayaletler ormanın masum yaratıkları. Diğer tehlikeler başına bir iş getirebilir."
"Ama senin evin güvenli değil mi? Baksana kurtlar bile bişey yapmadılar bana buraya koştuğumda. Korkarsam gelebilir miyim, lütfen?"
"Evimin sınırlarına girmen yakışık almaz." demiş Anne. Sonra gülümsemiş. Adam, garip kamburu ve karla kaplı beresinin altından çıkan kırmızı saçları ile çok komik görünüyormuş. Anne gülümseyince kurtlar kalkıp ormana dönmüşler. "Ormandan uzak durman da çok önemli." demiş. Ardından evine tekrar girmiş. Adam bir süre Anne'ye bakmış. İçeride çıtırdayan ateşe ve sıcağa bakmış. Kurtların onu kovaladığı, keskin soğuk ve hayaletli ormana doğru dönmüş sonra. Ağzında çorbanın tadı varmış ve çok lezzetliymiş çorba. "Böyle güzel çorba yapmayı nerden biliyor acaba?" diye düşünmüş içinden. Evin içinden gelen koku ona evini hatırlatmış. Sonra ürpermiş. Evini düşünmek istememiş ve hayaletli ormanın içinden geçip hana dönmeye karar vermiş.
Comments