Tiz ses duyulmaya başladığından beri ormandaki büyülü yaratıkların bazıları kaybolmuştu. Evin cazıları, orman kadınlarına gece ormanda bazı ışıldayan görüntüler gördüklerini anlatıp, bu hayvanların dönemiş olabileceğini söylüyordu. Orman kadınları da Zersenil'le birlikte iz sürmek istiyorlardı.
Zersenil olan biten herşeyi anlamaya çalışıyordu. Dışarı çıktı, son olaydan sonraki birkaç gün gayet sakin geçmişti. Çatırdayan evin arkasındaki açıklığa yürüdü, kendisinin diktiği yedi taşa baktı, aralarında gezindi.
"Sence bir daha görür müyüz onları?" dedi ona eşlik eden Koca Adam'a.
"Göreceğimizi kendileri söylediler." diye yanıtladı Koca Adam. Sonra Zersenil'in acıklı bakan yüzünü gördüğünde kıyamadı. Gidip sarıldı ona.
"Gel" dedi. "Bir arada olmak güzel. Çok güzelmiş hem de. Neden çıkıp buraya tekrar gelmediğimizi anlamıyorum. O akşamdan sonra tekrar tekrar soruyorum kendime. Seni çok özlemişim, herkesi, ailemizi" dedi Koca Adam.
Koca Adam'a sarılan Zersenil o zaman ağlamaya başladı. Koca Adam'a sarıldı ve uzun uzun ağladı. "Anlamıyorum" diyordu sadece. Anlamasa da içi acıyordu. Çatırdayan evdeki odasına olmak, orman, kardeşleri, Aylensis ve cazılar. Hepsi ona hem çok sıcak hissettiriyordu hem de içi acıyordu. Alahçın'ın neden bir anda ortadan kabolduğunu bilmiyordu. Neden gitmek zorunda kaldıklarını da anlamamıştı. Sürgünde hissetmişti kendisini.
"Hiç aramadık da birbirimizi. Orman da çağırmadı bizi. Biz de" dedi ve hıçkırarak ağlamaya devam etti. Daha bir sürü şey vardı. Yaşanacak, yapılacak daha bir sürü şey. Ama sanki her şey bitmiş gibi, çok acı, çok ağır gelmişti Zersenil'e burası ve gitmişti. Kendisine mi kızmalıydı yoksa Alahçın'a mı bilememişti.
Öylece birlikte durup ağlaştılar ve sonra Peyme belirdi taşların ortasından.
"Hadi gidelim mi?" diye sordu. Zersenil, şişmiş gözleri ile Peyma'ya baktı. Peyma elini tuttu Zersenil'in. Bilikte Koca Adam'a baktılar.
"Ben evde kalıp onlara göz kulak olacağım"" dedi Koca Adam. Sonra gülümseyerek içeri girdi.
Peyma ile Zersenil suskun bir şekilde el ele tutuşarak ormanda yürüdüler. Ormanın ürpertici havası azalmıştı. Ormanın kadınlarını takip ettiler. Onların yürüdükleri patikaları izlediler.
Çocukken de bu patikalardan yürürlerdi. Zersenil ailenin büyük kızıydı. Ormandaki işaretleri okumak isterdi. Ama ormandaki izleri sürmede, işaretleri okumada en iyileri en küçükleri olan Aylensis'ti. Birliktelerken kolayca ağaçlara tırmanır, nehirleri geçerdi. Zersenil'den çekinirdi. Ormanın perileri ve sihirli yaratıklar ona yardım ederlerdi hep, o da mutlu oldukça ışıldardı. Diğerlerine de yardım ederdi Aylensis. Zersenil'e de yardım etmek isterdi, ama izin vermezdi Zersenil. Bu nedenle nehirlere düşer, çamurlara bulanırdı. Bir keresinde devasa bir pars karşılarına çıkmıştı. Kardeşlerini korumak için hepsinin önüne geçmişti. Çok korkmuştu ama parsın bedenine de hayranlıkla bakıyordu. Pars ona bakıp dişlerini göstermişti. Ama sonra Aylensis konuştuğunda pars ona bakmış ve itaat etmişti. Zersenil şimdi Aylensis'in onu çok sevdiğini hatırlayabiliyordu. Ormanda dolaşırken, ve kendisinin de onu sevdiğini hatırlıyordu.
Eğilip bir taşa dokundu ve o an taşla ilgili örüntüler geldi.
Ormanda birlikte dolaşırlarken Aylensis'e geçitler ve yollar hakkında bilgi verdiği ve eskilerin görüntülerini anlattığı anlardan oluşan görüntüler. Zersenil'in gücü buydu. Dokunduğunda o taşa - kayaya - yere ait görüntüleri görüyordu. Aylensis çok meraklıydı böyle şeylere.
Küçük bir çocukken Aylensis, ormanın perileri ile ve hayvanlarla konuşmasının büyülü - kıskanılacak bir özellik olduğunun farkında değilmiş gibiydi. Zersenil'in geçmişin anıları çağırabilmesine bayılıyordu. Geleceği sezmesine de öyle. Birlikte geçtikleri yerlerde duruyordu ve bulduğu başka bir şeyi uzatıyordu çocukken:
"Bunda ne görüyorsun." sonra meraklı gözleri ile bakıyordu. Merak ettiği zaman ensesindeki ve kulaklarındaki tüygaçar dikenleşiyordu ve bu onu meraklı bir kedi gibi gösteriyordu. Zersenil de uzatttığı şeye dokunuyordu. Gözlerini kapatıyordu ve anlatmaya başlıyordu. Görebildiği kadarı ile. Zersenil anlatmayı çok seven bir çocuktu, Aylensis ise dinlemeyi çok seviyordu.
Peyma ile ormanda yürümeye devam ettiler ve ilerideki kayalıklarda şaşkınlık ve sevinçle fısıldayan kadınların yanlarına vardılar. Kayaların dibindeki açıklıkta yürümekte olan kimeraları izlediler. Devasa kamatları olan rengarenk kuçlardı bunlar ama ayakları keçi gibiydi ve kafalarından tek bie boynuz çıkıyordu. Ağaçlardan sarkan periler de orman kadınları gibi merakla kimeraların geçişlerini izliyorlardı. Adeta bir geçit töreni gibiydi. Tüyleri ürperdi Peyma'nın da Zersenil'in de. Sonra ileriki kayalıklara yürümek istediğini fark etti.
"Gel Peyma bu tarafa gidelim" dedi. Aylensis ile çok sık gittikleri bir yamaçlı orası. Vei biraz ilerlediklerinde oradaki ağaların arasındaki rutubetli hava dikketlerini çekti. Toprak yanmış gibiydi ve ağaçlarda bir tekinsizlik seziliyordu. O zaman ağacın dallarından birini tuttu Zersenil ve o an gözlerinin önüne bir görüntü geldi.
"Burada yürümüş defalarca, gece ve gündüz, tekrar tekrar gelmiş." dedi Zersenil.
"Kim" diye sordu Peyma merakla
"Aylensis" diye yanıtladı.
"Biz yokken bu ormanda geçen seneler boyunc yollardan defalarca geçmiş olması beni şaşırtmaz" dedi Peyma. Gene de o tarafa saptılar ve biraz ilerlediklerinde devrilmiş kapkara ve devasa bir kazan buldular. Kazanın kaynaması için yakılan ateş toprağı karartmıştı ve kazandan etrafa akanlar pek bereket getien türden değildi besbelli, toprakta ve etraf ağaçlarda zehirli kara mantar peydah olmuştu. Lanetli mekanlarda görülen türden bir mantardı bu. Çok fazla konuşmadı ikisi de etrafa bakmaya devam ettiler.
Eğilerek kazana baktıklarında içinde kalmış gümüş rengi akışkan bir sıvı dikkatlerini çekti. Dokunup dokunmamak konusunda kararsız kaldılar.
"Ne bu?"
"Bilmiyorum" dedi Zersenil. Sonra çok temkinli bir şekilde elini uzattı ve kazana dokundu. O an bir sürü görüntü geldi gözlerinin önüne. Aylensisi gördü, kazanın üzerindeki dala kıvrılmış yatan ve kaynayan güçüş renkli iksire bakarken aplayan. Ama sonra gene Aylensis'i gördü ve gene, her seferinde Aylenss çok daha yaşlanmış, üzgün, mutsuz ve iki büklüm bir kadına dönüşüyordu. Kazan kaynadıkça iksir balçık gibi bir hal alıyordu. Ve tekinsizlik vardı görüntülerde. Aylensisin göz yaşları düştükçe sanki birşeyler eksiliyordu ve ortalıkta gezinen hayaletler götdü. Kendisinin hayaletibi, Koca Adam'ın ve diğerlerinin. Alahçın Nene'nin de gördü hayaletini. Bir sürü şey gördü tekrar tekrar ve Peyma'nın sarsmaları ile görüntüler uzaklaştı gözlerinden.
"NE oldu! Ne gördün?" diye sordu Peyma.
"Bilmiyorum anlayamadım. Aylensis'in yaşlandığını ve bizim hayaletler olarak ormanda dolaştığımızı gördüm" dedi ve sustu. Bunların olmuş şeyler olduğunu biliordu. Zersenil her seferinde yapamasa da bu görüntülerin geçmişten geldiğini sezinleyebiliyordu. Ama geçmişte olacak şeyler değildi bunlar. Çoktan yaşlanmış olmalıydı Aylensis. Nefes alamıyordu, öyle ağır ve buhranlı bir görüntüydü ki, nefes alamıyordu. Peyma yardım etti ona ve açıklığa çıktılar. Zersenil orada çömeldi. Bacaklarının, kollarının fermanı kalmamıştı. Uzandı orada, dinlendi. Peyma tuttu elini.
"Karanlık basacak, eve dönelim." dedi. Zersenil Peyma'ya yaslanarak yürüdü ve eve gittiğinde uzandı hemen. Peyma güneşin batışı ile kayboldu ve Zersenil de o akşam ateşin karşısında ve Haluk'un yanında olmayı yeğledi. Olan biteni anlatmak için herkesin uyumasını bekledi.
コメント