Evvel zamanda dokuz çocuklu bir aile varmış. Bu ailedeki dokuz çocuktan en minikleri, belki de en küçük çocuk olmasından değil sadece mini minicikmiş. Ve minik olduğu için mi yoksa dokuz kardeşi gibi gürültücü olmadığından mı bilmem görünmez gibiymiş. Annesi için en azından. Ne kadar uğraşsa da annesi onu duymuyormuş. Bu biraz da iyiymiş aslında, erkenden her işini kendisi yapmayı öğrenmiş. Ablaları ve abileri de onu görmez, duymaz gibilermiş. Oyunlarına almıyorlarmış miniği, alsalar da zaten yapamıyormuş minik. Hep geride kalıyormuş. Saklambaçta çok iyi saklanıyormuş oysa ama onu kimse bulmaya çalışmıyormuş ki. İşte bu sebepten, bizimki kendi başına oynuyormuş. Bu kadar kalabalık bir ailede tek başına oynamak biraz sıkıcıymış, kötü bir hismiş biliyor musunuz?
Böylece bizimki yavaş yavaş kendi başına oyun oynamakta ustalaşmış. Evde bir sürü eşyalar yığın yığınmış. alabalık ailelerde olduğu gibi onlarda da bir sürü dolap, bir sürü eşya varmış. Minik, dolapları, eşyaları, sandıkları açıp bakıyormuş. Ve bulduğu şeyler mesela seneler evvel alınmış unutulmuş bir oyuncak veya az kullanılmış bir parça ayakkabı mesela ona hazine gibi geliyormuş. Böyle böyle bakmaya devam ettiği bir gün annesinin odasının arkalarında bir yerlerde bir sandık bulmuş. Bu sandığı açmış. İçinde çok güzel dantelli kıyafetler bulmuş. Sandığın en dibinde ise bir maske bulmuş. Ve o maskeyi takıp salona gitmiş. Şöminenin yanına en sevdiği oyuncakları da dizmiş ve kendisine bir gösteri hazırlamış. Geçmiş ortaya ve dans etmeye başlamış. Maskeyi de takmış yüzüne. Ve o anda inanılmaz bir şey olmuş. Annesi de tüm ailesi de onu izlemişler ve alkışlamışlar. Minik çok sevinmiş. Çok güzel bir gün geçirmiş ve sevildiğini hissetmenin çok iyi bir duygu olduğunun farkına varmış. O akşam uyurken bir gülümsüyormuş. Ertesi gün olduğunda ama hayat birden tamamen normale dönmüş. Kimse miniği görmemiş ve minik gene kendi başına kalmış. Yalnız oyunlarını oynamış ama derken gene sıkılmış ve o zaman maskesini alıp takmış gene. Ve gene herkes onu görmüş ve gene herkes onla oynamış. Ve kızın bu durum çok hoşuna gitmiş. Sonraki günler hatta geceler boyunca maskesini hiç çıkartmamış.
Ve öyle büyümüş. Maskesiyle. Başta bazı insanlar yüzünü görmek istiyorum demişler ama maskesini çıkartmak istemediğinde de fazla bir itiraz etmemişler. Ve bizim minik de maskesiyle büyümüş. Onla dostlar edinmiş, Dünya'ya maskesinin arkasından bakmaya alışmış. Hatta çıkartmaya çıkartmaya maskesi ile bütünleşmiş. Maskeyi yüzünden çıkartamaz hale gelmiş. Ama bunu hiç de dert etmemiş. Kolayına bile gitmiş. Maskeyi sökmekle uğraşmasına gerek yokmuş artık.
Kızın büyük bir hayali, tutkusu varmış. Ormandaki bütün çiçekleri öğrenmek, bitkilerin ve mantarların sırlarını çözmek ve bunlardan şifa üretmek. Bunu Orman'ın Şifacı Cadılarından öğrenebilirmiş. Şifacılar ormandaki evlerinde bir başlarına yaşayan güçlü, neşeli biraz da ürkütücü kadınlarmış. Maskeli onların peşine takılmış ve her mevsim ormanın değişen ritmini, ağaçları, orman canlılarını, bitkileri ve mantarları öğrenmiş. Onları ne zaman toplaması gerektiğini, nasıl kurutacağını ve şifalı - zehirli etkilerini anlamış.
"Şifa ile zehir birbirine hep çok yakındır" demiş bir seferinde Şifacı Kadınlardan bir tanesi ona. Maskelinin hayatı artık ormanın şifacı kadınları ile evi ve kasabası arasında mekik dokuyarak geçmiş. Şifacı kadınların çırağı olmak zor bir işmiş. Zorluğu öğrenilecek şeylerin çokluğundan değilmiş sadece. Şifa için gittikleri hastaların bakımları, ilaçlarının hazırlanması ve hatta bazı zamanlar devası zor durumlar için karlı dağların aşılarak şifacı atlar olan Kehriyar lara danışılması gibi zor işler de yapılıyormuş. Şifacı çırağı olanların maske takması hoş bulunmuşyormuş ama bizim kız da maskesini pek çıkartmak istemiyormuş. O sebepten şifacıların çırakları maskeliyi pek sevmiyorlarmış. Ama maskelinin çok da umrumda değimiş. Evde ve kasabada bir sürü dostu varmış. Ormandaki tek dostu ise uzun uzun dertleştiği beyaz geyikmiş.
İşte böyle bir sürü zaman geçmiş. Maskeli büyümüş. Çok fazla şey öğrenmiş. Artık bir Şifacı olmaya çok yaklaşmış. Bir gün, orman kıyısında yürürken Şifacılardan bir kadın görmüş. Siyah taşları diziyormuş yan yana ve ortasına su döküyormuş. Bunu öyle yavaş ve büyüleyici bir şekilde yapıyormuş ki kız oturup onu izlemeye başlamış. İzlemiş ve izlerken saatler geçmiş. Hava kararmış. O zaman kadın kollarını çevirmiş, gözlerini belertmiş ve garip bir ritimde şarkılar söylemiş. Sonra kıza seslenmiş.
"Bak"
Kız ürkmüş, yaşlı kadın sanki o ana kadar minik kızı görmüyormuş da o anda görmeye başlamış. Ayağa kalmış ve suya eğilmiş. Su olması gerekenden daha derin görünüyormuş ve derinlerinde parıldayan bir altın para varmış. Kız şaşırmış ama altın para ona çok güzel görünmüş.
"Alabilir miyim?" diye sormuş.
"Almak senin hakkın. Her şifacının bir altını olur. Ama kendin almalısın." demiş kadın. Ve bunu söyledikten sonra enteresan bir şekilde ortadan kaybolmuş. Bizim kız altına baktıkça büyülenmiş. Eğilip onu almak istemiş. Ama altın para çok derindeymiş. Biraz daha eğilmiş ve eğildiğinde su yüzüne değmiş. Su yüzüne değdiğinde maskesi erimiş ve yüzünü acıtmış.
Kız o zaman doğrulmuş ve yüzüne dokunmuş. Ama ıslak ellerindeki sular, yüzüne yapışmış olan maskeyi daha da eritmişler, acıtmışlar ve bu nedenle Maskeli hızla maskesini çıkartmaya uğraşmış. Uğraşmış, didinmiş ve nihayetinde maskesinden kurtulmuş. Yüzü acıyormuş ama hemen suya dalmış ve altın parayı almış. Suya daldığı anda yüzünün acıması geçmiş. Çıkmış, altın parasını sevinçle okşamış. Yüzünü, boynunu eteklerine silip kurulamış ve neşeli bir şekilde eve doğru koşmaya başlamış.
Maskesini çıkartmanın ve soğuk suya girmenin onu değiştirdiğini hissediyormuş. Daha özgür gibiymiş sanki daha büyümüş gibiymiş. Kolları ve bacakları daha kendine ait gibiymiş. Çok değişik hissediyormuş. Belki de altın paradandır diye düşünmüş. Eve kadar koşup geldiğinde çok yorgunmuş. Üstünü değiştirip uyumuş.
Sabah uyandığında kendisini çok mutlu ve özgür hissetmiş. Kollarını ve bacaklarını daha büyük açabiliyormuş. Bu güzel bir hismiş. Maskesi olmadığı için kahvaltıda onu görmeyeceklerini düşünmüş. Ve gülümsemiş, merakla kahvaltıya inmiş.
"Bu halin de ne? Ne oldu sana?" demiş annesi. Şaşkın ve öfkeli görünüyormuş.
"Maskemi çıkarttım anne" demiş gülümseyerek. Annesinin yüzünde gülümsese mi ağlasa mı bilemediği bir ifade varmış. Ama kardeşleri çok netmiş:
"Masken varken çok tatlıydın. Böyle tuhaf olmuşsun." demiş bir tanesi. Maskeli, acaba böyle söylediğinde kırıcı olduğunun farkında mı? diye düşünmüş ve suratı asılmış.
"Heh, işte böyle yüz ifadeleri de yapmazdın. Ne oldu şimdi? Niye surat asıyorsun?"
"Söylediklerinin ayıp olduğunun farkında mısın?" demiş Maskeli bir anda. Sonra kendisine de şaşırmış ve kalkmış sofradan. Anlaşılan sadece yüzü duygularını iyi yansıtmakla kalmıyormuş. Bir de ağzı, aklına geleni pat diye söyleyiveriyormuş. Bu aslında ona kendisini çok daha özgür hissettiriyormuş ve özgürlük çok hoş, çok ferah bir duyguymuş. İnsanın yüzüne gülümseme getiriyormuş.
Bedeni ve yüzü ve hatta kalbi mutlu olmasına mutluymuş. Ormanın kadınları onun altın parası ve maskesiz yüzü için kutlamışlar. Şenlik ve kutlama çok keyifli ve uzun sürmüş. Hatta o gece, bizim kızla dans eden bir sürü orman kadınlarının çırağı varmış. Çok eğlenceli bir kutlama gecesi olmuş.
Kız ormanda dostlar edinmiş ama orman kadınlarının çırakları, kızın ailesine ve kasabadakilere göre tuhafmış. Kıza onlardan uzak durmasını söylemişler. Ama kız bunu yapmak istememiş. Ayrıca yanlış bulduğu bir sürü şeyi söylemiş kasabadakilere ve ailesine de. Bir akşam annesi kızı kenara çekmiş ve konuşmuş:
"Sevgili kızım, canım yavrum. Seni artık tanıyamıyorum."
"Maskemi çıkarttığım için mi Anne?"
"Hayır çok deli deli davranıyorsun, sen hiç böyle değildin. Beni çok üzüyorsun." demiş annesi.
"Ama seni üzmek istemiyorum ki. Ben her zaman olduğum gibiyim."
"Hayır değilsin. Hiç sözümü dinlemiyorsun."
"Ama büyüdüm Anne ben. Büyüdüm ve benim de düşüncelerim var."
"Büyüdüğünü anlıyorum, biliyorum. Ama bu kolyeyi taktığından beri. Geceleri gidip kutlamalara karışıyorsun. Hem de ormanın kadınları ile. Saçma saçma arkadaşların oluyor."
"Anne bir şifacı olmak istediğimi biliyorsun. Ormanın kadınlarının yanına uzun zamandır gidiyorum!"
"Evet, bunu biliyorum. Ama senle ne konuşmuştuk. Ormanın kadınlarından uzak dur demiştim. Masken varken sözümü dinliyordun. Ormanın kadınlarından uzak duruyordun."
"Hayır Anne, maskem varken ormanın kadınları benden uzak duruyorlardı. Gerçek bir şifacı olamayacağımı söylüyorlardı. Beni aralarından biri olarak görmüyorlardı." demiş.
"Şimdi de ben seni aramızdan biri olarak görmüyorum." demiş Anne.
Kız bu duruma çok sinirlenmiş. Daha da çok içerlemiş. Normalde olsa ne yaparmış bilemeyiz ama şimdiki hali ile sinirinden kocaman bir yumruk yapmış ve kaldırıp yumruğunu masaya vurmuş. O zaman işte Anne demiş ki,
"Ah, al işte bunu da yaptın ya, o yumruğu benim suratıma atmışsın sayılır diyerek ağlamaya başlamış anne. Öyle çok ağlamış, öyle çok ağlamış ki. Kız önce korkup annesini sakinleştirmeye çalışmış. Ama sonra annesinin bu haline de kızmış.
"Anne, senin bir maskenle mi dolaşsaydım. Yüzümün halini, benim kim olduğumu hiç merak etmiyor musun!" diye bağırmış kız.
"Senin kim olduğunu biliyorum, bildiğim halinle kalmanı istiyorum. Beni korkutuyorsun. Kötüsün sen!" diye bağırmış annesi. O zaman kız hem üzülmüş hem kırılmış hem de derin bir güceniklik hissi içerisinde öfkeli öfkeli çıkmış evden ve yürümeye başlamış. Yürürken ağlamış da, çok ağlamış hem de.
Orman'a girmiş ağlarken. Orman ona çok güvenli bir sığınak gibi geliyormuş hep. Ve biraz daha yürüdüğünde beyaz geyiği görmüş. Beyaz geyik onun arkadaşıymış. Orman'a gelmeye başladığı ilk günlerde edindiği bir dostuymuş. Olan biten herşeyi anlatmış geyiğe. Geyik hüzünlü ve derin bakışlarla bakmış bizim kıza. Öyle nlayış doluymuş ki bakışları, kız onla daha da çok konuşmuş. O gece çok huzursuzmuş ve beyaz geyik onu ormanda sırtında dolaştırmış. Sonra evine götürmüş. Kıza bu çok iyi gelmiş. Geyiğin kalp atışlarının dinginliği kızı huzurlandırmış.
Ama annesinin istediği gibi, kasabadaki bir baytarın yanında çalışmaya başlamış. Baytar onu çok uzun saatler çalıştırıyormuş ve yaptığı işleri bir türlü beğenmiyormuş. Çıraklığa onun yanına değil de ormandaki kadınların yanına gitmiş olmasına çok içerliyormuş. Ormanın kadınlarının bir şey bildiklerine inanmıyormuş. Ama zamanla kız baytarın çok az şey bildiğine kanaat göstermiş. Bir seferinde baytar evinden gelen kadar ona getirilmiş yaralı bir güvercini iyileştirmiş. Diğerinde bir bacağı kırılmış kokarcanın bacağını alçıya almış. Ve en nihayetinde bir atın baldırına saplanan zehirli bir oku çıkartıp onu iyileştirmiş. Son sefer benzer bir olayda baytar başarısız olmuşmuş halbuki. İşte baytar bunu göründe kızın başına buyrukluğuna çok kızmış. Kızı herkesin önünde fena halde aşağılamış ve küçük düşürmüş. O zaman kız da çok sinirlenmiş ve baytara bağırmış. Sonra hemen elleri ile ağzını kapatmış ama o anda oradan henüz çıkmamış olan yaralı at kızın bağırması ile şaha kalkmış ve baytarın dükkanını başına yıkmış.
"Yaptığına bak seni hain!" demiş baytar.
"Ben hainlik diyeceğin bir şey yapmadım!" demiş kız.
"Dükkanı başıma yıktın daha ne yapacaksın, seni buralarda bir daha görmeyeyim. Başka da hiçbir baytarda iş bulamazsın!" diyip kovmuş kızı baytar.
Kız ise, "Daha ne senle ne de senin gibi bir başkası ile çalışmam" demiş. Ve eve doğru gitmiş. Bu sefer olan biten her şeyi geyiğe anlatacağını biliyormuş. Ve sakinmiş. Dükkanın yıkılması onun öfkesini almış. Kötü bir şey yapmadığını biliyormuş. Hatta baytarın onu kıskandığından dolayı böyle yanlış davrandığını da biliyormuş.
Kız akşam sessizce çantasını almış ve ormandaki bir ağacın kovuğuna taşınmış. Orada kendi iksirlerini ve şifalı karışımlarını yapmış. İlk günler biraz zorlanmış doğrusu. Ama ormanda yaşamayı iyi biliyormuş. Aç kalmamış. Üşüdüğünde geyiğini çağırmış ve ona sarılmış. Korkunca sabahlara kadar onun sırtında gezmiş ve ormandaki yaralı canlıları iyileştirmiş ilk. Bilemediğinde de ormanın şifacılarına sormuş yardım istemiş. Annesi ve ailesi onun hakkında daha da kötü ve kırıcı şeyler söylemiş. Ve kız üzülmüş gene ama ne kadar anlattıysa da bir türlü kendisini anlatamamış. Ama zamanla kasabadaki hayvanlar hastalandığında ona getirmeye başlamış köylüler. Çocuklar da gelmiş bazen hayvanlarla. Kız çocuklar için oyuncaklarını yapmış ormandaki dallardan. Ve tüm hayvanları elinden geldiğince iyileştirmiş. Öyle olunca namı almış başını yürümüş. Kulaktan kulağa duyulmuş adı. Sonra kovuğu çok meşgul olmuş gitgide. Gelenler çoğalmış. Hem şifa vermiş kız hem de her daim çocuklarla bir arada olmuş. Ve öyle mutlu mutlu yaşamış, yaşlanmış. Maskesini çıkarttığı için bir gün bile pişman olmamış. Özgürlüğün verdiği keyfi başkaca hiçbir şeyde bulmamış.
Comentários