Kül büyüsünün ardından Gülriz’in bileğinde kül gibi bir leke ortaya çıktı. Ona çok benzer bir leke, Teos’un karşısındaki denizin ardındaki bir ülkede de ortaya çıkacaktı.
O ülkeyi huzurla ve keyifle yöneten bir sabırsız ve hevesli hükümdar vardı. Hükümdarın eşi olan Kraliçe, belki de Dünya’da eşi benzeri görülmemiş bir güzellikte idi. Tüm Kraliçe’ler gibi o da boynunu zarafetle kaldırıyordu ve tebaasına yeşil mavi gözleri baktıkça herkesin hayranlığını kazanıyordu. Ancak Kraliçe’nin gözlerinde bir endişe vardı. Görkemli düğünlerinden bu zamana tam 9 sene geçmişti. Ancak Kral ve Kraliçe’nin bir çocukları olmamıştı. Kraliçe, bebeğinin olmayacağının kehanetini düğünlerinin gecesinde öğrenmiş olsa da bunu Kral’a söylemekten çekinmişti. O nedenle zarafetle kalkan boynu ve süzülen gözleri belli belirsiz bir çekingenlik ve buhran taşıyordu. Çocuk mevzusu ne zaman açılsa Kraliçe sözü değiştiriyor ve huzursuzca başka bir tarafa gidiyordu.
Ancak Kral, günün birinde Kraliçe’yi karşısına aldı ve Kraliyet soyunun devamı için bebeklerinin olması gerektiğini söyledi. Kraliçe o gün de Kral’a cevap vermedi hiç. Dinledi sadece. Kral yatağa geldiğinde sırtını çevirdi ona. Kral sonraki günlerde Kraliçe’yi incitmiş olmanın verdiği huzursuzlukla geçirdi günlerini. Ancak pek çok çift gibi küslükleri uzun sürmedi. Günler akıp giderken Kraliçe bedeninde birşeylerin değiştiğini hissetti ve annesine gitti. Annesi, Kara Kahin kadar olmasa da ünlü ve şifacı bir kahindi. Kızını inceledikten sonra,
“Bir bebeğiniz olacak çok şükür!” dedi.
Kraliçe endişe ile baktı annesine,
“Anne, Kara Kahin demişti bana, bebeğin olmayacak diye. Bebeğimin Krallığa felaketleri getireceğini söylemişti. Ben istemiyorum, hayır!”
Kraliçe’nin annesi kızgın ve eleştiren bakışlarla baktı kızına:
“Sen Kraliçe’sin. Kral’a bir bebek doğurmaktan başka ne işin var. Yerini ve Kraliyet’i koruyacak bu bebeği doğuracaksın!”
O zaman Kraliçe suskunlaştı. Doğuma kadar geçen aylar boyunca da hep suskundu. Bebek odası hazırlanırken odaya hiç girmedi, beşiğe ve bebeğin kıyafetlerine hiç bakmadı. Süslemelerle hiç uğraşmadı. Yemedi bile, o nedenle kilo dahi almadı.
Kraliçe kabul etmek istemese de 9 ay ve 10 gün geçti. Ve Kraliçe’nin sancıları başladı. Kraliçe, Kara Kahin’in salonunda doğuma gitmek istedi. Ebeler, Kraliçe’yi Kara Kahin’in evine taşıdılar, doğum salonuna götürdüler. Kahin’in eşliğinde doğum başladı.
Kahin’in o güne dek gördüğü en zor doğumlardan biriydi. Kraliçe, nefesini tutuyor ve hiçbir komuta uymuyordu. Ikın dendiğinde susuyor, Nefes al dendiğinde susuyor ve ısrarla başka tarafa bakıyordu. Kahin, Kraliçe’ye bağırdı,
“İstesen de istemesen de bu bebeği doğuracaksın. Sözümü dinle ki acından bir an evvel kurtarayım seni!” Ancak Kraliçe gözlerini tavana dikmişti ve cevap verdi. Saatlerce süren doğumu bekleyen tüm Kraliyet ahalisi endişeliydi. Kraliçe’nin bir türlü bitmeyen doğumuna annesi de eşlik etmek istedi. Ve olan biteni görünce endişe ettiği gibi olacağını anladı. Sağlıklı bir bebeğin doğmama ihtimali büyüyordu ama Kraliçe’nin, Kral’a bir bebek vermesi de gerekiyordu. Kraliçe’nin annesi kızının başında biraz durduktan sonra yardımcılarına fısıldadı ve üç yardımcı kadın telaşla doğum salonundan ayrıldılar.
Uzun ve çetrefilli doğum neticelendiğinde ortalıkta bir sessizlik oluştu. Kraliçe o zamana kadar olan bitenle ilgilenmemişti ama kafasını kaldırdı ve sesi çıkmayan bebeğe baktı. Bebek gri-mordu. Sanki küllerle kaplanmıştı bedeni. Nefes almıyordu. Kara Kahin suçlayan gözlerle Kraliçe’ye baktı ardından bebeğin poposuna vurmaya başladı. Ayaklarını obuçturdu. Minicik ağzının içerisini temizledi. Sonra gene ayaklarından tutup kaldırdı ve vurmaya devam etti.
“Dur, bırak onu!” dedi Kraliçe. Kahin oralı olmadı. Kraliçe tekrar bağırdı.
“Bana ver bebeğimi!”
O zaman Kara KAhin hayretle döndü. Bebeğe güçlü bir şaplak daha attıktan sonra Kraliçe’nin kucağına bıraktı bebeği. O esnada bebek ağlamaya başladı. Kraliçe ağladıkça tenine pembelik gelen kapkara gözlü bebeğine baktı. Kendinden birşeyler görmeyi umdu. Ancak tüm görebildiği, lekelerle kaplanmış minik bir bedendi. Gördüğü şey yüreğine tiksinti getirdi. Yanındaki ebelerden birine uzattı bebeğini.
“Kraliçe’ye lohusa şerbetlerinden içirin ve uyumasını sağlayın. Onunla sonra konuşacağım.” diyen Kahin hışımla çıktı doğum salonundan. Kraliçe’nin annesi içeriye elinde bir sepetle girdi. Kadınlardan birinin kucağında duran torununa baktı. Gri bir leke ile kaplı torununa. Zayıf nefesler alıyordu ve dudakları hala mor görünüyordu. Bütün yardımcılara içerden çıkmalarını emretti. Sadece kendi üç yardımcısının yanında kalmalarını işaret etti. Salon boşaldığında sepetin üzerindeki dantelli örtüyü kaldırdı. Kıprkırmızı dudakları, pembe yanakkları, süt gibi teni olan, fırça gibi simsiyah saçları olan bir bebek çıkarttı sepetten. Bu bebek de yeni doğmuştu. Daha üzerindeki doğum sıvıları tam temizlenmemişti. Kraliçe’nin açık duran memesinin üzerine koydu bebeği. Kucağındaki lekeli torununu sepete yerleştirdi.
Kraliçe şaşkın bakışlarla baktı annesine. Annesi susmasını söyledi. Bebek emmeye başladığında Kraliçe’nin bedeni sancı ile kasıldı ve o zaman ağlamaya başladı. Ağlarken kucağındaki bebeği tuttu. Annesine baktı. Çocuğunu taşıyan sepete baktı. Üzerine çok büyük bir ağırlık binmiş gibiydi. Ağlamaya devam etti.
Kral’ın içeri girmesine izin verdiklerinde Kraliçe baygın bir halde uzanıyordu. Sonraki günlerde uzun uzun uyudu. Ebeler bebeği emzirmesi için memelerine koyuyor ve alıyorlardı. Birkaç tane süt anne daha bebeğin bakımı ile ilgiliydi. Kraliçe şaşkın ve dalgındı. Lohusalık dönemi denilen 40 gün boyunca da öyle davranmaya devam etti. Kral’a, Kraliçe’nin lohusalık döneminin zor geçtiğini ve Alkarısı tarafından çalındığını söylediler.
Kırkıncı gün, Kara Kahin Kraliçe’yi ziyarete geldi:
“Bebeğine ne yaptın?”
Kraliçe gözlerini kaçırdı: “Bilmiyorum!”
“Sana demiştim. Doğumun ülkeyi felakete sürükleyecek. Bebeğin bu ülkenin akıbeti için önemli, ona ne yaptın kadın, söyle!”
“Bana bebeğin ülkeyi felakete sürükleyeceğini söylemiştin! O nedenle hiç istemedim o bebeği!”
“O bebek senin bebeğin. Ona sahip çıkmak senin görevin. Her yerde aradım veliahtı, kargalarımı, kuzgunlarımı saldım. Bulamadım. Söyle bana, her şeyi açıklamam gerek Kral’a.”
Kraliçe, Kara Kahin’e baktı. Sonra gölgelere doğru kafasını çevirdi ve seslendi: “Anne! Anne!”
Gölgelerde kalan perdelerin arkasında gizlenmiş bir kapı aralandı ve Kraliçe’nin annesi odaya girdi. Kraliçe korkusundan, suçluluk duygusundan, pişmanlığından, şaşkınlığından o güne kadar hiçbirşey sormamıştı annesine. Olan biteni kabul etmek istememişti. Sanki gözlerini kapatsa ve sussa her şey geçecek gibi gelmişti ona. Şimdi, Kahin yanındayken soracak gücü buldu:
“Anne, bebeğim nerede?”
“Kucağında!”
“Anne, bebeğimi görmek istiyorum. Onu nereye götürdün? Bana geri getir!”
“Bunca gün Kral’a çocuğun diye bu bebeği gösterdikten sonra şimdi değil mi diyeceksin. Bizi assınlar mı istiyorsun? Beni assınlar mı? Bebeğin zaten yaşar mıydı bilmiyorum. Nefes bile alamıyordu.”
“Anne, ne yaptın ona?”
“Yok ettim. Unut bunu. Senin bebeğin kucağında.” diye buyurgan bir ses tonu ile konuştu annesi. Sonra Kara Kahin’e döndü. Kahin’in bakışları alev gibiydi. Kraliçe’nin annesi avcunu kaldırdı ve Kahin’e doğrulttu. Avcunun içinde tuttuğu karanlık aynayı görünce Kahin ağzını açtı. Ama konuşamadı. Gözleri siyaha döndü. Sonra yavaşça o siyahlık gözlerinden bedenine yayıldı. Saniyeler içinde Kahin bir gölgeye dönüştü ve gölgelerden ayırt edilemez hale geldi. Anne, aynayı kendi gözlerine doğrulttu sonra ve dakikalar içerisinde Kara Kahin’den farksız görünmeye başladı.
Kraliçe sessiz kalmaya devam etti. Ama artık neşeli, zarif ve güzel demedi kimse ona. Bebek büyüdükçe Kraliçe daha da sessizleşti. Bir köşede oturup başka taraflara bakmaya devam etti. Kara Kahin’in ona hazırladığı içeceklerle sakinliğini korudu ve susmaya devam etti.
Comments