top of page

Kristal Küre, Cin ve Kurnaz Kız



Evvel zaman kalbur saman içinde uzak bir diyarda fakir mi fakir ama akıllı mı akıllı bir kız yaşarmış. Bu kızın gözleri ormanlar kadar yeşilmiş ve saçları lüle lüleymiş. Bu kız o kadar akıllıymış ki kimsenin çözemediği işleri çözermiş. Kılık değiştirebilmeyi pek sever, kılıktan kılığa girermiş. Her işini, derdini aklını ve kurnazlığını kullanarak çözermiş.


Kız hem tarlada, bağ bahçe işinde çalışırmış. Hem en hızlı atları süren bir seyismiş hem de müthiş bir katip ve araştırmacıymış. Bilge baykuşun devasa kütüphanesindeki türlü kitabı okumuş. Kılık değiştirmedeki kabiliyeti hayatının hikayesini anlatmadaki kabiliyetine pek benzermiş. Kimi zaman tekinsiz bir tüccar olarak anlatırmış kendini kimi zaman da hanım hanımcık bir genç kız olarak. Günlerden bir gün akıllı ve kurnaz kız güç ve refah dilemiş. Fakir mi fakir hayatından sıkılıp bunalmış. Ancak istediği öyle paralar ile satın alınır bir zenginlik değilmiş ki kurnazlığını, güzelliğini, aklını, sanatını kullanarak elde etsin. Başka bir şeymiş dileği. Biraz büyülü biraz gizemli bir zenginlik hayaliymiş aklındaki. Bunun için gene Bilge Baykuş’un gizemli kütüphanesine gitmiş. Orayı aramış, taramış. Tüm kitapları karıştırmış. Uykusuz kalmış günlerce. Gözlerinin altı halka halka olmuş. Ancak gene de aradığı büyülü refahı ona sağlayacak yolu bulamamış. Bir gece kütüphanede gene araştırırken, bilge baykuşun kalın bir kadife perdenin arkasına geçtiğini görmüş. Ona sormuş o bölmede ne var diye. Bilge baykuş demiş ki o bölmede pek çok sorunun cevabı var, aradığının da cevabı var. Ancak o kitapların her biri siyah kaplı. Senin açman için değil. Kurnaz kız neden demiş. Açarım, okurum. Bilge Baykuş cevaplamış, o kitaplar sana bir çözüm sunar ama sana mutluluk için de gözyaşı verirken yüreğini acıtan bir gözyaşını da alırlar. Kurnaz kız olsun demiş. Şimdiye kadar pek çok şey için gözyaşı döktüm. Bu sefer de gene dökerim, yeter ki dileğim olsun. Ne var ki! Bilge baykuş o zaman kurnaz kızın perdenin arkasına geçmesine izin vermiş. Kurnaz kız siyah kaplı kitapların arasında dolanmış durmuş. Çok eğlenmiş. Türlü şeyler öğrenmiş. Ve işte öğrendiklerinin arasında dileğini gerçekleştirecek bir sihrin de ne olduğunu öğrenmiş.


Bir gizemli kristal küreden bahsediyormuş kimi siyah kaplı kitaplar. Kişilerin en gizemli ve ulaşılması zor rüyalarını gerçek eden. Ancak bu gizemli kristal kürenin nerede olduğuna dair türlü rivayet varmış. Bir kitap uzak denizlerdeki yedi adanın yedincisinde diyormuş. Başka biri bir yanardağın deliğinde diyormuş. Kimi yüksek dağların yamacındaki bir deniz gölünün dibinde diyormuş. Diğeri ise yağmur ormanlarındaki devasa bir şelaleyi tarif ediyormuş. Kız rivayetlere bakmış bakmış şaşmış. Her biri bir ömürlük maceraymış. Birinin peşine düşse bir ömür arama ama bulamama riski varmış. Ancak kız akıllı mı akıllıymış, kurnaz mı kurnazmış. Biraz bilge baykuş a sormuş biraz gizli bilmeceli rivayetleri karşılatırmış. Nasıl oldu ise her şeyi çözen kız bir türlü hangi rivayetin doğru olduğunu çözememiş. Derken çok zamanlar geçmiş. Kızın hızlı koşan yetiştirdiği arları çoktan yılkı atlarına dönüşmüş. Tüccarlığını ettiği yağlı fındıkların her biri bakımsızlıktan ağaca dönmüş. KAtiplik ettikleri o diyarlardan göçmüş. Kız nasıl olup da bu kadar hızlıca bu işleirn olduğunu anlamamış. Belli ki zaman o günlerde rüzgar kadar hızlı geçiyormuş. İşte çok düşündüğü bir gece kitapların üzerinde uyuyakalmış kurnaz kız, hem de kadife kara örtülü bölmede. İşte kurnaz kızın güzel başı siyah kaplı defterlerin üzerinde yığılıyken bizim kız rüyasında pek garip bir yeşil orman görmüş. Işıl ışılmış yaprakları ormanın çünkü ortadan kocaman bir şelale varmış. Bu şelale devasa bir havuza akıyormuş ve akarken etrafa sıçrattığı sular ormanın ağaçlarının yapraklarının üzerinde damla damla durup parıldıyormuş güneşin ışığı ile. Ancak ışıklar saçarak parıldayan başka birşey daha varmış, o gölün dibinde parıldıyormuş. Rüyasında kurnaz kız dalmış o göle ve gölün dibindeki yosunların arasında parıldayan kristal küreyi görmüş. Sonra aniden uyanmış kız. Yüreği gümbür gümbür çarpıyormuş. Aldığı notları ve siyah kaplı defterleri karıştırmış. O kadar gerçek bir his vermiş ki rüyası kız kürenin öyle bir yerde olduğuna inanmış. Ve siyah defterlerden biri de tıpkı öyle bir yeri tarif ediyormuş. O defteri kopya etmiş ve hızla çıkmış yola. Denizler aşmış, ormanların derinliklerine ilerlemiş. Nihayetinde çok da harap olmadan, ölesiye bitap düşmeden rüyasında gördüğü şelalenin yanına varmış. İşte oracıkta hemen soyunup gölün buz gibi sularına atlamış. Güneş tepede ışıl ışılken gölün derinliklerine yosunların arasında kristal küreyi görmüş. Kucaklamış küreyi ve yukarı çıkartmış. Küreyi yukarı çıkartınca heyecanla ellerini üç kere çırpmış. Ardından küre birden renk değiştirmiş ve puf diye kürenin içinden devasa bir cin çıkmış. Cin ne kadınmış ne erkek. Upuzun kapkara saçları gepgeniş omuzları ve devasa cüssesi ile garip bir şeymiş. Biraz erkeğebiraz kadına benzeyen sesi ile konuşmaya başlamış cin. Kendisi tanıtmış. İsmini söylemiş. Kız da kendini tanıtmış ve neden dünyanın bu kadar uzak bir köşesinde olduğunu sormuş ona. Cin de yanıtlamış. Yüreği çok iyi pek sadeymiş. Herkese iyilik etmiş kimsecıklere kötülüğü dokunmamış ama nedense insanlar ondan iyilikleri aldıktan sonra onu hep en uzak diyarlara fırlatıp atıyorlarmış. Bu nedenle garip görünümlü cin çok üzülüyormuş. Cin kurnaz kıza demiş ki senin dileklerini kabul ederim ama şöyle de bir şartım var. Asla ama asla beni uzaklara atıp fırlatmayacaksın. Kristal kğre içerisinde daha da binlerce yıl yapayalnız kalamam, çok korkuyorum. Kurnaz kız tamam ki demiş. Ne var ki. Olur. Sonra müthiş bir saray dilemiş ve devasa bir servet. Cin iki el şıklatmış hemen dilekleri gerçek olmuş. Kız cinle birlikte kendini sarayda buluvermiş. Saray tıpkı Bilge Baykuş’un kütüphanesi gibi devasa bir ağacın kovuğundaymış. Dalları hareketliymiş ağacın. Kızın buyruğu ile yukarı çıkıyor aşağı iniyormuş. Odaları son derece şatafatlıymış. Bazı yerleri taştanmış. Dev bir kütüphanesi varmış. Türlü hayvanlar ve ahalisi de sarayda yaşıyorlarmış. Sonra müthiş serveti varmış. Kız aklındaki türlü işleri bir bir gerçek etmeye başlamış. Ancak seferlere gidiyorgeliyor sürekli etrafında garip cini buluyormuş. Garip cin de bin türlü garip iş yapıyormuş. Kurnaz kız nedense garip cinin ortalık yerde dolaşmasından tedirgin olmaya başlamış. Cinin birtehlikesi tuzağı yokmuş ama kurnaz kıza var gibi geliyormuş. Böyle sihirli güçleri ile kıza bir zarar eder veya verdiği bu güzellikleri geri almak ister diye olsa gerek endişe edip duruyormuş. Bir gün cinden uzaklara gitmek konusunda neler düşündüğünü sormuş. Cin de kendi sihrinin yanında yaşayabildiğini bu nedenle uzaklara gidemeyeceğini söylemiş. Kız o zaman tedirgin olmuş iyiden iyiye. Demek kendi sihrinde yaşıyor, ben onun sihrinde yaşıyorsam ya gitmek istediğinde sihrini alır götürürse diye endişe etmiş. Sonra cinden kurtulmanın bir yolunu düşünüp bulmaya karar vermiş. Ardında öğrendiği türlü numaralarla cine bir tuzak kurmuş. Bir gün bir çalgılı çelgili eğlence hazırlamış. Cinle eğlenmiş gülmüş dans etmiş. Ardından takla atmış, dolaşmış, türlü hareketler yapmış ve cinin zıpladığı bir anda kristal küreyi çıkartıp cine doğru fırlatmış. Sonra cin nasıl olduysa yeniden kristal kureye haspolmuş. Sonra küre düşmüş yere ve yuvarlanmaya başlamış. Yuvarlana yuvarlana sarayın merdivenlerinden düşmüş. Ağaçtan saraya giden patikalardan yuvarlanmış ve kaybolup gitmiş.


Kurnaz kız önce sonsuza kadar sarayına ve servetine bir tehlike gelmeyecek artık diye sevinmiş. Kendince eğlenmiş. Ortalıkta hep herşeyi borçlu olduğu hem de ürktüğü garip cinin dolaşmaması ona kendini özgür hissettirmiş. Ardından sarayın koridorlarında sabahın ilk ışıkları ile dans edip şarkılar söyleyen cini özlemeye başladığını hissetmiş. Herşeyi cine anlatmayı nasıl da sevdiğini hatırlamış. İşler eskisinden çok daha zormuş artık. Belki de cin dinlerken işlerin kolaylaşması için türlü ve değişik sihirler daha mı yapıyormuş acaba? Seferlere gitmek kendisini hiç hissetmediği kadar yalnız hissettirmeye başlamış ve hayatın tadı tuzu kalmamış garip cin olmadığında. O zaman kurnaz kız cinin kendisi için ne kadar değerli olduğunu anlamış. Hatta cinin aslında sahip olduğu en değerli arkadaş olduğunu anlamış. Ardından kristal kürenin peşine düşmüş. Aramış taramış ama küreyi bulamamış. Kürenin yuvarlanıp geçtiği patikaların sağına sapmış soluna sapmış. Nihayetinde koca popolu ve beyaz kafalı yaşlı mı yaşlı bir karınca görmüş. Karınca titrek sesi ile kristal küreyi gördüğünü söylemiş. Küre yuvarlana yuvarlana karadenizin derinliklerine düşmüş ve kaybolmuş. Karıncanın yaşlı ama pek kuvvetli gözleri bunu çok net görmüş. Kız bunun üzeirne karadenize gitmiş ve dalmış, o esnada gece yeni olmuş ve gök kapkaranlıkken gökyüzünde tabak gibi bir dolunay çıkmış. Dolunayın aydınlattığı sularda karadenizin dipleri kapkaranlık görünüyormuş. Kız defalarca daldıysa da koskoca denizde kristal küreyi bulamamış. Ardından ne kadar zavallı olduğunu anlamış. Kendisini çok çaresiz hissetmiş. Öyle çaresizmiş ki mümkün değil artık kristal küreye kavuşamayacakmış. Bunu anlayınca ağlamaya başlamış. Ancak çok garip birşey olmuş. Kızın gözyaşları inciye dönüşüyormuş ve ay ışığında parıldaya parıldaya dökülüyormuş yanaklarından. O inciler suların diplerine doğru batarken de ay ışığının etkisi ile parıl parıl parıldıyormuş. Kızın gözyaşlarını yani incileri farkeden ve o incileri yutmak için gelen bir devasa istiridye varmış. İnciler kızın gözlerinden damladıkça o da kabuğunu açıp o incileri yutuyormuş. Kıza son derece yaklaşmış ve son incileri yutmak için ağzını açmışken birden kız o istiridyenin içinde kristal küreyi görmüş. Uzanıp almış kristal kğreyi ve uzaklaşmış oradan. Kıyıya geldiğinde ellerini şıklatmış ve cin çıkmış içinden. Ayışığında kız özürler dilemiş cinden. Cin kıza dönüp bakmış. Devasa boyu ve olanca heybeti ile. Kız ısrarla özürler diliyormuş. Cin yüreğinin üzerini kapatan eti sıyırıp açmış ve göğüs kafesinin ortasındaki kalbini alıp kıza göstermiş. Bak demiş, kalbim. Altından yapılma ışıl ışıl bir kalpmiş ama kırıkmış. Paramparça. Ve o kalbe baktıkça ağlıyormuş cin. Kız ağlama demiş ve becerikli elleri ile kırıklarını yapıştırmış kalbin. Ardından özenle yerine koymuş. Bundan sonra demiş senin hassas kalbinin koruyucusu olacağıma söz veriyorum. Cin inanmayacakmış ama ay ışığı o gece kızın gözlerine yansıdığından kızın yüreğinin içini bile gösteriyormuş. İnanmış .ünkü görmüş ta derinlikleri. Cin de kızı ömrü boyunca tüm maceralarda koruyacağına söz vermiş. Böylece birbirlerini sevip korumuşlar sonsuza dek.


Son Yazılar

Hepsini Gör

Beyaz Tavuş Kuşu

Evvel zamanda uzak bir diyarda bir kümes sarayı varmış. Orada bir güzellik kraliçerya perisi her bahar bir sürü yumurtalar çalarmış orada...

Kral Baba'nın Kral Kızı

Evvel zamanda ve buralardan çok ama çok uzaklarda bir Kral ve Kraliçe yaşarmış. Kral çok ama çok güçlüymüş. Krallığının sınırları çok...

Kabus

Günler karlı ve sakin geçti. Alahçın Nene'nin gidişinden beri Çatırdayan ev böyle huzurlu hissettirmemişti Aylensis'i. Uzun uzun...

Comments


bottom of page