Evvel zamanda ve buralardan çok ama çok uzaklarda bir Kral ve Kraliçe yaşarmış. Kral çok ama çok güçlüymüş. Krallığının sınırları çok uzaklardaymış ve Kral, dünyanın en büyük ve güçlü ülkelerinden biri olduğunu düşünüp kendisi ile gurur duyuyormuş. Kraliçe, uzak ve küçük, köy gibi bir ülkenin prensesiymiş. Kral, kendisine pek de layık olmayan bu köy gibi bir ülkenin prensesi ile evlendiği için içten içe pişmanmış. Ama genç bir prensmiş o zaman. Ve görür görmez aşık olmuş karısına. Ama bu çok uzun zaman önceymiş. Şimdi onu görmek bile utanç veriyormuş kendisine. Diğer Kralların yanında olduğu zaman Kraliçe'yi yanında götürmek, göstermek istemiyormuş. Bu nedenle her zaman erkeklerin olduğu bir gösteriler düzenlemeye karar vermiş.
Zavallı karısı, sarayın yollarını yordamlarını bilemediği için kendisini hep eksik hissetmiş. Hizmetçilerin onla dalga geçip aşağılamasına izin vermiş. Kimse onu gösterişli sarayda korumamış, kendisi bile. Ama minik kızı ile ilgilenmiş. Ona çayırlarda at bindiği zamanları, vahşi kır çiçeklerini, dağların tüten dumanlarını yani sisleri anlatmış. Atalarından dinlediği şarkıları, buz gibi nehirlerde yıkanmayı ve geceleri gökyüzünün ışıltısını dinlerken ateş böceklerini izlemeyi anlatmış. Bütün bunları belki de kızı bir gün büyüsün ve oralarda, o anılarda annesinin yitmiş gençliği ile arkadaşlık etsin diye anlatmış. Zavallı Kraliçe, derler ya hep, kadınlar çiçek gibidir diye. Bu lafı güzelliklerinden ötürü değil de çok narin ve ilgi isteyen varlıklar olduğu için söylemişler olsa gerek. Tıpkı çiçekler gibi kendilerine dostluk edecek bir toplulukları olmadığında kadınların da yitip gittiklerini bilmelerinden olsa gerek. Zamanla da Kraliçe öyle solgunlaşmış işte.
Zamanlar geçmiş ve Kral ile Kraliçe'nin minik kızı büyüyüp serpilmiş. Kral, Kraliçe'ye bir daha da yaklaşmak istemediği için başkaca da çocukları olmamış. Bir gün Kral, artık genç bir kız olan çocuğunu annesinin yanında tutmamaya karar vermiş. Biricik kızının ülkeyi yönetmeyi öğrenmesini istiyormuş bu nedenle babası ile daha çok zaman geçirmesi gerektiğini düşünüyormuş. Böylece bizim kız babası ile daha çok zaman geçirmeye başlamış.
Günler hızlı akmış ve kız, babasının yanında olmayı sevmiş, onla ata binmeyi, ülkeyi yönetmeyi, büyük kararlar almayı ve uzun seferlere çıkmayı. Ok atmayı öğrenmiş, birlikleri komuta etmeyi öğrenmiş. Ve tüm bu öğrendiklerinden en çok da babasının kendisini çok beğenmesinden, kendisi ile gurur duymasından keyif almış. Gururlu prenses babası ile birlikte tüm kurullara, karar toplantılarına katılmış. Üst rütbelilerle eş tutulmuş ve zamanla en önemli kararlar verilirken o da söz sahibi olmuş.
Prenses annesi ile de zaman geçirmeyi ihmal etmemiş, onla reçeller yapıyor, atının arkasına annesini de alıp kırlarda at sürüyormüş. Onu hatta özlediği kuzey köyüne bile götürmüş. Annesi çok mutlu olmuş. Prenses annesinden biraz farklıymış. Gösterişli kıyafetler giymeyi, sürüp sürüştürmeyi, süslenmeyi, püslenmeyi çok ama çok seviyormuş. Ve Kral'la ülkeyi yönetme işlerinden arda kalan vakitlerinde renkli kumaşlardan dikilen kıyafetlerini deniyor, en güzel ayakkabıları giyiyor ve dans ediyormuş. Saçlarının süslenmesini bir sürü küpeler ve kolyeler takmayı çok seviyormuş.
Günün birinde öyle güzel ve kırmızı bir elbise giymiş, öyle güzel bir boyalar sürmüş yüzüne ve öyle güzel takılar takmış ki! Ah, bir de ayakkabısı, enfesmiş doğrusu. Ve aynada kendisine bakarken kendisini çok beğenmiş. Hiç üzerindekileri çıkartmak istememiş. Böyle belki saatler geçirmiş, sonunda da yardımcılar gelip de Kral'ın bir kurultayı olduğunu söylediklerinde, üzerini değiştirebilmek için yeterli vakti kalmamış. Kral, kurultaylara geç kalınmasını hiç tolere edemezmiş. O da üzerindeki bu çok güzel kıyafetlerle gitmiş kurultaya. Büyük Kurul'un olduğu odaya girer girmez tüm bakışlar ona dönmüş. O da gururla kaldırmış kafasını ve Kral babasının yanına kadar yürümüş. Kral da ona bakmış uzun uzun. Sanki prensesin yürüyüşü çok uzun sürmüş gibi gelmiş prensese ilk defa, önce kendisine bakılmasından gurur duymuş, çenesini yukarı doğru kaldırmış ama sonra başını eğmiş aşağıya. Utanmış. Ve bir şeylerin yanlış olduğunu sezmiş.
"Bu halin ne!" demiş Kral, sert bir ses tonu ile
"Babacığım," demiş prenses.
"Büyük Kurultay'a bu halde gelmeye utanmıyor musun? Babanı utandırmaya utanmıyor musun?" diye bağırmış Kral. Salon'da bir sessizlik olmuş. Prenses çok ama çok utanmış.
"Yıkıl karşımda, ü<erine düzgün bir şeyler giymeden bir daha Kurul'a gelme!" demiş Kral.
Prenses çok ama çok utanmış ve gözyaşlarına hakim olamamış. Kral bu sefer de ağlıyor diye kızacak diye korkmuş ve koşarak çıkmış odadan. O gün akşama kadar ağlamış. Annesi onu teselli etmeye gelmiş ama hiçbir işe yaramamış. Kızcağız ağlamış, ağlamış.
Bir sonraki kurul toplantısına giderken, bir erkek gibi giyinmiş. Prens gibi. Ancak böyle olursa utanmadan katılabilecek gibi hissetmiş. Ve Kurultay'da çok ilginç bir şey olmuş. Kral:
"Kral babanın Kral olacak kızı!" demiş ve kızına sarılmış. Ve kızının böyle bir erkek gibi kız olmasından gurur duymuş. O gün çok önemli konular konuşulmuş, Ve konuşulan tüm konularda Kral, kızının görüşlerini almış. Sonra onla bir fetih gezisine gitmeye karar vermiş. Prenses utancını unutmuş ve babasının bu pek sevgili Kral kızı olmak düşüncesi onu çok mutlu etmiş.
Böylece uzak diyarlara doğru bir fetih gezisi düzenlemişler. Birlikte çöllerden geçmişler ve kayalıklı dağları aşmışlar. Dağlarda, yükseklere tırmanmak, çarşaklarda at sürmek, yüksek göllerde yüzmek ve şelalelerin, nehirlerin arasında dolaşmak çok mutlu etmiş prensesi. Annesinin anlattığı gibi geceleri etrafta uçuşan ateş böcekleri mutlu etmiş bizim prensesi. Çölleri aşarken gündüz gözünün alabildiğine kahve sarı uçsuz bucaksız kumları ve kumlardan dağları izlemek eğlendirmiş prensesi. Geceleri, gündüzün bastırdığı sıcağın geçmesini, havadaki bazen ortaya çıkan hafif nem barındıran esintiyi, gökyüzünün içinde daha evvelinde farkedemediği kadar çok renkten yıldızların olmasını bir de çölde yapılan bedevi kahvesini babası ile yudumlamayı çok sevmiş. Ve fetih günü geldiğinde atları ile ilerlemiş bu yeni şehre. Surları aşmışlar, deliler gibi savaşmışlar, kimseyi öldürmemişler ama çok çetin çarpışmışlar. Esirler almışlar ve yeni ülkenin başşehrinin kulesine kendi bayraklarını dikmişler. Yani bizim prenses dikmiş bayrağı.
"Çok kan döküldü ama hiçbir cana kıyılmadı. Şimdiye dek en çetin ama şefkatli savaştı." demiş babası. "Ve geleceğin Kralı'na, veliahtıma veriyorum bu ülkenin yönetimini ki, uçsuz bucaksız ülkemizi komuta edeceği güne kadar öğrensin ülke yönetmeyi!" diye duyurmuş Kral. Ve böylece bizim prenses bir anda yeni ülkenin yöneticisi olmuş. Kral onla kalmış, bu yeni ülkenin sokaklarını birlikte gezmişler. Kerpiçten ama kat kat yapılmış binalarını, çölün bitişiğinde nehrin akıtıldığı bereketli bahçeleri, insanların yaşam ve çalışma şekillerini. Prenses kendisini çok önemli hissetmiş. Üstelik babasının bu kadar gurur duyduğu bir genç olmak çok onur vericiymiş. Hesaplar yapmayı, bir şehirde düzeni oturtmayı, her şeyi babasından öğrenmiş. Babasının gideceği gün onu almaya gelen kervandan annesi de inmiş. Kral, Kraliçe'ye hafif bir selam vermiş ve kervan ayrılmadan zaman geçirebilmeleri için onları başbaşa bırakmış.
Kraliçe kızını bu başarılarından ötürü kutlamış. Onunla şehri dolaşmaya çıkmış. Kız ihtişamlı kuleleri ve saray gibi evleri gezdirmiş annesine ama Kraliçe birlikte gezerlerken köhne bir sokağa bakmış.
"Bu taraf nereye gidiyor?" diye sormuş kızına.
"Bilmem anne, biz babamla gezerken oralara bakmadık hiç." demiş. Kraliçe kızının koluna girmiş ve birlikte tahterevanlarına girmişler. Yanında getirdiği bohçasından kendisine ve kızına o halkın kıyafetlerine benzeyen kıyafetler çıkartmış annesi.
"Anne ben buranın şehzade yöneticisiyim." demiş prenses, "Böyle halk gibi giyinemem!" demiş.
"Kimse senin şehzade yönetici olduğunu anlamasın diye zaten bu kıyafetler." demiş bu sefer annesi.
"Ama anne baban kadın gibi giyindiğimde kızıyor, kız giysileri de giymiyorum artık ben." demiş prenses.
"Baban burada değil ve annenle Kurultay'ın ve yöneticilerin olmadığı bir sokakta, bu şehrin insanları gibi bir yürüyüşe çıkacaksın sadece!" demiş Kraliçe.
Böylece prenses giyinmeyi kabul etmiş ve annesi ile kolkola çıkmışlar sokağa.
Ara sokaklarda gezinirlerken ülkede hüküm süren sefaleti ve açlığı, zor durumdaki insanları ve şehrin hasta ve yoksul insanlarının hallerini görmüşler. Şehirde kimsesiz bebeklerin bırakıldığı, bakıldığı virane yerlere gitmişler ve onların tatlılıklarını görmüş ama durumun da ne kadar acıklı olduğunu görmüşler ve üzülmüşler.
Eve geldiklerinde saat çok geç olmuş, ikisi de çok yorgunmuş ve bizim kız çok ağır bir şey hissediyormuş yüreğinde. Annesine sarılmış. Annesi, küçük bir kızken olduğu gibi saçlarını okşamış kızının ve ona şarkılar söylemiş.
"Anne, bizim ülkemizde hiç yok böyle şeyler. Bebekler ne kadar güzel yerlerde bakılıyor, onlarla oyunlar oynamaya giderdik küçükken hatırlıyor musun? Hastaların bakıldığı yerler, yaşlıların durduğu yerler ne kadar huzur vericiydi." demiş. "Oralarda büyümüştüm neredeyse ben de. Birlikte tatlılar yapar, güller toplardık bahçelerde. Yaşlılar kimsesiz çocukların yanına oturduğumda bana da hikayeler anlatırlardı. Hepimizin saçlarını örer, renkli boncuklar takardın Anne." demiş Prenses.
"Canım kızım." demiş Kraliçe. "İşte ben de bu nedenle geldim. Babanla ilk evlendiğimde bizim ülkemiz de böyleydi. Ama her şey düzeldi. Şimdi, buranın yöneticisi sensin. İmkanların çok çok fazla. Ben mücevherlerim ve kıyafetlerim için ayrılan ödenekle yaptırmıştım o bakım merkezlerini." demiş annesi, "Senle kalayım biraz, yardım edeyim. " diye eklemiş. O akşam annesi kalmış kızı ile. Sonrasında da Kral'ın döndüğü karavanla gitmemiş, biraz daha kalmış.
Birlikte çölün kıyısındaki şehirde düşkünlere, kimsesizlere, hastalara bakım merkezleri yapmışlar. Annesi, çocukların saçlarını taramış gene. Hastalarla ve yaşlılarla ilgilenmiş. Sarmaşık gülleri kendi elleri ile dikmiş yaptıkları bakım merkezlerinin bahçelerine. Ve bizim şehzade prenses annesi ile birlikte halktan biri gibi giyinip o insanlar için güzel işler yapmaya devam etmiş. Annesi bir zaman sonra ülkelerine geri dönmüş. Ama şehzade prenses ülkeyi güzel bir şekilde yönetmeye devam etmiş.
Aradan tam tamına 3 uzun sene geçmiş. Her sene şehzade prensesin yönettiği ülkenin bolluk ve bereketi katlanarak artmış. İnsanlar gündüzleri ülkeyi adaletle ve metanetle yöneten şehzadeyi sayıp seviyorlar, akşamları yorgunlala, düşünlerle ve kimsesizlerle ilgilenen, halkı kaynaştıran şenlikler düzenleyen kendilerinden bri gibi giyinen prensesi benimsiyorlarmış. Ama doğrusu ikisinin aynı kişi olduğunu bilen pek yokmuş. Hatta akşamları çıkan bu prensesin, kraliyet tahtırevanına bindiğini görenler, prensesin şehzadenin gizli sevgilisi olduğu dedikodusunu yaymışlar bile. Günler böyle geçip gitmiş ve biz haberciler gelmiş, Kral babasının ziyarete gelmek üzere yola çıktığını ve geldiğinde büyük bir şölen yemeği vermek istediğini duyurmuş.
Böylece şehzade prens heyecanlanmış. Ülkesi zaten çok güzelmiş ama daha da güzel görünsün diye tüm halkı ile gece gündüz uğraşmış didinmiş. Heyecanlanmış ve nihayet günü geldiğinde kumandanları ile sarayın önünde dizilmiş ve babasını karşılamak için tam bir cengaver gibi durmuş.
"Kral babanın Kral çocuğu" demiş babası ve sarılmışlar. Saraya girmeden ülkelerini iyice gezmişler. Kral ülkenin bolluk ve bereketine, refaf ve adaletine bayılmış. Yavruusunu kutlamış ve demiş ki,
"Evladım artık evlenmen de gerek ki sana Krallığımı gönül rahatlığıyla devredebileyim."
"Ama baba" demiş prenses.
"Aması yok bir an evvel seni şu geceleri ortaya çıktığı söylenen prenses ile evlendirmeliyim."
"Baba ben prensesle mi evleneceğim, ben prensesim zaten." demiş kız. Babası sinirle dönmüş ve,
"Sen Kral babanın Kral oğlusun, kızım deme kendine, hakaret etme kendine. Seni herkes de oğlan biliyor, bundan böyle öyle. Sen benim Kral oğlumsun." demiş. Bizim prenses şaşkına dönmüş etrafına bakınmış. Herkesler hemen hazırol'a geçmişler ve "Kralımız nasıl buyurduysa" demişler. Bizim prenses sinirinden kudurmuş. Annesine ulaşmaya çalışmış ama onun gelmediğini üzülerek öğrenmiş.
Kral nuh diyor peygamber demiyor, sözünden kesinlikle dönmüyormuş. Tutturmuş kesinlikle de sen benim oğlumsun adının çıktığı o prensesle de evleneceksin diye. Ve öylece buyurup da illa da geceleri çıkan prensesin gelmesi için fermanlar çıkartmış ve yanında getirdiği aşçıları ile işçilerine görülmedik güzelikte bir şölen düğün yapılmasını emretmiş. Prenses annem gelmeyecek mi diye sordukça Kral, anneni bu işe karıştırma diye söylenmiş de başka birşey dememiş.
Prenses düşünmüş, düşünmüş. Sonra gene halktan biri gibi giyinip aynaya bakmış. Ne kadar güzel bir kız olduğunu düşünmüş sonra babasının sebebine hep erkek gbi olduğunu düşünmüş ama geceleri çok ama çok güzel bir kız olduğunu da düşünmüş. Elbiselerine bakmış, her biri diğerinden daha da güzelmiş. Gene her zaman yaptığı gibi, halkı ile ilgilenmek için dışarı çıktığında herkes ona sormuş:
"Prensesimiz, şehzade ile evlenecek misiniz? " diye.
"Şehzade'nin kız olduğunu bilmiyor musunuz?" demiş diğerlerine o da.
"Ah! Allah esirgesin, Kral'ın oğlu o. Kız da ne kelime." demişler prensese.
"Kız olmak kötü mü kine?" demiş o zaman prenses.
"Kötü ki ah ne kötü. Koskoca ülkeyi bir kız mı yönetir, olacak iş mi o? Seferlere kim çıkacak, hesap kitabı kim yapacak" demişler ona. O ne kadar uğraştıysa da kimselere kız olmanın kötü olmadığını şehzadenin de bir kız olduğunu anlatamamış.
Yorgun argın evine dönerken karanlıkta birden koluna biri girmiş. Koluna girenn kim olduğunu anlamak için bir anda kılıcını çekmiş ama karşılığında koluna giren de kılıcını çekmiş. Çetin bir kılıç savaşı olmuş aralarında ama ikisi de galip gelememiş. Sonra karşıısndaki
"Kılıç sanatında en az benim kadar iyisin kızım." demiş,
"Anne!" demiş prenses. İkisi de kılıçlarını atmış ve birbirlerine sarılmışlar. Kız ne yapacağını bilemediğini neden herkesin onun erkek olmasını istediğini anlayamadığını ama artık çok geç olduğunu anlatmış ve gene ağlamış. Annesi onu dinlemiş, sonra onu tahtirevanına götürmüş. Orada bohçasından güzel, tüllü, pembeli beyazlı kırmızılı eşsiz güzellikte bir elbise çıkartmış. Kız hayranlıkla bakmış elbiseye. Sonra ikisi fısıl fısıl konuşmuş ve tahtirevanla sabaha kadar çölün kıyısında gezinip dolunayın keyfini çıkartmışlar.
Şölen günü geldiğinde bir savaş zırhı içinde şehzade baş köşede oturmaktaymış. Herkes gelip yerlerine kurulmuş. Ama şehzadeden ne bir ses ne bir soluk çıkmıyor, kafasından da zırhını çıkartmıyormuş. Kral kimsenin oğluna bir ses etmemesi gerektiğini söylemiş, böylece onun sözün dinlemişler. Çok güzel yemekler varmış, ortada dansözler dans ediyorlarmış, birbirinden harika gösteriler düzenleniyormuş ama herkes ama herkes gizemli prensesin gelmesini bekliyormuş. Zaman geçmiş, geçmiş. Şehzade yerinden hiç mi hiç kalkmamış. Elini bile kaldırmamış. Ama kimse ona birşey dememiş. Güneşin tam da battığı anda çölenin kapısında, güneşin batış kızıllığının arasından güzel prenses gösterişli elbisesi ile salona girmiş. Herkes nefesini tutmuş ve prensese bakmış. Hayranlık içinde iç geçirmişler. Prenses yürümüş, yürümüş şehzade prensin önüne kadar. Kral'a selam vermiş. Herkes prensesin ne de güzel ne de endamlı olduğuna hayranlıkla bakmış.
"Ey prenses, oğlumla evlenir misin?" demiş Kral,
"Oğlunuz yok " demiş prenses
"Var" demiş Kral, "Karşınızda oturuyor"
"Yok" demiş prenses ve kılıcını bir anda çektiği gibi şehzadenin zırhının kafasını uçuruvermiş. Herkes hayretle ayağa kalmış ama zırhın içinde sadece pamuk ve sünger varmış.
"Oğlum" diye bağırmış Kral.
"Baba!" demiş prenses. Kral şaşkınlıkla bakmış. Prenses babasına ve halkına dönmüş ve demiş ki,
"Şehzade de benim prenses de. Aynı kişi olduğumdan kendimle evlenemem ama vakti geldiğinde sevdiğimlen evlenirim. Bu güne kadar adaletle ve şefkatle yönettiğim ülkemi bundan sonra da aynı şekilde yöneteceğim." demiş. Sonra da bandoya emir vermiş ve bir anda çalmaya başlamışlar, bu sefer kapıdan gösteriş ve ihtişamlar Kraliçe girmiş. Herkes hürmetle eğilmiş. Kraliçe zarafetle yürüyerek Kral'ın yanına yürümüş ve halkına dönüp "Hadi şölene devam, afiyet olsun." diye buyurmuş. Şaşkın insanlar kraliçe'nin sözüne uyup yemeğe ve eğlenmeye dönmüşler. Kraliçe Kral'a bakmış, Kral başını öne eğmiş ve oturmuş. Prenses de uzun bir süreden sonra ilk defa güzel elbisesi ile bir şölende dilediği kadar dans etmiş.
O gece Kraliçe, Kral'a "Çok güzel bir kızımız var, görüyor musun?" diye sormuş.
Kral mahcup ve gözleri yaşlı yanıtlamış: "Görüyorum Kraliçem."
Comentarios