Uzak ve karlarla kaplı bir ülkede güzeller güzeli bir kraliçe yaşarmış. Kraliçe ülkesinde çok sevilirmiş. Hamileymiş 9 ay 10 gündür ve o gün doğum sancıları başlamış. Kendinden daha da güzel bir güzel bebek doğurmuş, doğum onun için öyle zor olmuş ki anneliğin tadına bakamadan göçüp gitmiş. Prenses büyümüş ve güzel ve genç bir kıza dönüşmüş. Saçları bembeyazmış ve bunun bir sebebi varmış. Prenses bir bebekken henüz, Ay Anne prensesin dudaklarına süt değmemesine dayanamamış, yansımasının düştüğü gölde bir kadına, Ay Ana’ya dönüşmüş ve prensesi büyütene kadar emzirmiş. Ardından tekrar o sulara girerek kaybolmuş. Prenses’in saçları Ay Ana tarafından emzirildiği için bembeyazmış bir de geceleri bakışlarından ay ışığı süzülürmüş aynı sebepten.
Prensesin en çok sevdiği şey geceleri kulesinden güzel ülkesini gözlemekmiş. Geceleri onun ülkesi ışıl ışıl olurmuş. Gökyüzünde yeşil renkli dans eden ışıklar gösteri yaparlarmış, yıldızlar kayarmış bazen, tüm samanyolu olanca ihtişamı ile kendini sergilermiş. Herkesin buzdan yapılı evlerinin camlarından dışarı rengarenk ışıklar süzülürmüş. Donmuş buz denizlerinde buz pateni kayan sevgilileri aydınlatan meşalelerin alevleri dans edermiş. Gece şehre giren veya şehirden çıkan geyiklerin çektiği kızakların uzaklaşıp yakınlaşan ışıkları da çok hoşuna gidermiş.
Zaman geçip de prenses büyüdüğünde artık görkemli salonun tepesinde duran kraliyet tacını alma zamanı gelmiş. Kraliyet soyundan olduğu için tacı almak onun hakkıymış. Ancak bu zamana kadar ondan başka kişiler tacı almaya çalışmışlar, bir şekilde kendi hakları olduğunu düşünmüşler, taç kendisine uzanan el olduğu zaman büyük bir gürültü ile patlamalar yapıyormuş. Prenses vakti zamanı gelip de taca uzandığında aynı şeyin kendi başına gelmeyeceğini düşünmüş ama malesef taç ona da tepki göstermiş. O zaman ülkenin kuzgun kahinine gitmişler ve ne yapmak gerek diye sormuşlar. Karalar şatosundaki kuzgun kahin prensesin etrafında dolaşmış, saçlarını, nefesini koklamış, gözlerine bakmış, yürüyüşünü ve bakışlarını süzmüş. Demiş ki tacı almak için evvela hak etmek gerek. Önce gidilmeli ve ağlayan kayalar susturulmalı.
Prenses biraz ürkmüş bu haberi aldığında çünkü ağlayan kayalar bu zamana kadar hiç susturulamamış. Bu nedenle oldukları yerlerden toplanıp şehre uzak bir yere yığılmışlar. Prenses ağlayan kayaların yanına gitmiş. Ağlama sesini pek çok insan gibi o da hiç sevmezmiş. Orada bağırmış susun diye, korkutmuş ağlayan kayaları, gömmeye çalışmış sesleri duyulmasın diye ama bunu her yaptığında kayalar daha da yüksek sesle ağlamaya başlamışlar. Sonunda prenses yorgun düşmüş ve minik bir ağlayan kayanın yanına oturmuş. Yorgun gözleri ile kayaya bakarken onun daha minicik bir bebecik olduğunu farketmiş. Hemen yanıbaşındaki minik bir taşa bakıyormuş. Kayayı okşamış ve ne istersin diye sormuş. Kaya emziğimi düşürdüm onu bana verirsen bin yıllık uykuma yatacağım demiş. Minik kaya parçası olan emziği kayaya vermiş böylece minik kaya susmuş ve uyumuş. Prenses bu işe çok şaşırmış. Ardından gidip tüm kayalara şefkatle yaklaşmış biraz bekleyip neye ihtiyacı olduklarını dinlemiş sonra da ihtiyaçlarını gidermenin bir yolunu bulup her birini yatıştırmış. Kayalar bizler gibi birkaç saat değil on binlerce yıl uyurlarmış, sakinleşip rahatlayan kayalar da uzun uykularına yatmışlar. O vakte kadar kayaların gürültüsünden hiç gidilmeyen mekan sakin ve huzurlu bir hale kavuşmuş. Kayalara dokunduğunuz zaman ufak bir melodi çınlar kalmış sadece, o kayanın hüznünü anımsatan sözsüz bir melodi. O nedenle o yere bundan sonra ağlayan kayalar değil de şarkı söyleyen kayalar denmiş. Ve her sene bayramda karlar ülkesinin halkı o kayaları ziyaret etmiş.
Prenses tacını artık alamayacağını öğrenmek için kuzgun kahinin yanına tekrar gitmiş. Ancak kahin bir başka işin daha olduğunu söylemiş. Şehrin daha evvelinde koruyucusu olan çok sayıda ejderha varmış. Ancak şehri korurken nefeslerinin sıcaklığı daha evvel bazı buz parçalarının erimesine ve bazı buzdan anıtların yok olmasına neden olmuş. Bunun üzerine prensesin babası zamanında büyücünün yardımı ile ejderlerin alevlerini söndürmüş ve onları buz gölünün derinliklerinde bir uykuya uyutmuş. Ancak büyünün etkisi geçiyormuş ve ejderler uyanmak üzereymiş. Uyanan öfkeli ejderlerin sakinleştirilmesi gerekiyormuş. Kahin prensese büyük bir kalkan vermiş ve Ejderlerin şehri yok etmesini engellemesi için göndermiş. Prenses ejderlerin uyuduğu göle vardığında Ejderlerin çoktan uyandığını görmüş. Şehrin büyücüleri ejderlere büyüler yapmaya uğraşıyormuş, büyünün isabet ettiği ejderlerin bir kısmı tekrar uyumak üzere gölün derinlerine iniyor ancak müthiş bir yer sarsıntısı ile geri yükseliyorlarmış. Öfkeli ejderler havada uçuyor, denizlerin buzlarını kırıyor ve rastgele ortalığı alevlere bürüyormuş. Suyun altına gönderilenlerin yaptığı sarsıntı nedeni ile yakınlardaki bir köy tamamen harabeye dönüşmüş. Prenses gördükleri karşısında korkuya kapılmış. Ejderlere yaklaşmaya çalışmış ama onları nasıl sakinleştireceğini bilememiş. Hatta ortalık daha da kızgınlaşınca koşarak oradan uzaklaşmaya başlamış. Koşmuş koşmuş ülkenin sınırlarını gözledikleri bir kuleye gelmiş. Korku ile kulenin tepesine tırmanmış. Orada gözlem için kocaman bir teleskop varmış. Ülkenin sınırları güvende mi bakılırmış. Ama nedense kulenin muhafizi oralarda değilmiş. Hatta anlaşılan uzunca bir süredir ortalıkta değilmiş ki her yeri örümcek ağları kaplamış. Teleskopun başına geçmiş prenses. Ejderlere bakacakmış aslında ama baktığında ülkesinin sınırlarının çoğunun işgal edildiğini görmüş. Sınır köyler yağmalanmış. Sevdiği sınır şatoları yıkılmış. Hatta ülkenin görkemli atlarının beslendiği ahır bile harap haldeymiş. Bunun üzerine prenses çok şaşırmış ve öfkelenmiş. Ülkesinin askerleri hiç olmamış, ülkesini o zamana kadar koruyanlar hep ejderhalarmış. Prenses öfke ile kuleden inmiş ve koşarak ejderlerin yanına gitmiş. Büyücülere emretmiş susmaları için. Ardından kalkanını koluna takmış ve ejderlerin önüne doğru yürümüş. Gür bir sesle bağırmış “Ülkenin sınırları işgal altında talan ediliyor. Siz ülkeye bağlılık yemini etmiştiniz. Emrime girin ve savaşalım!” Bunun üzerine ejderler bir sıraya girmişler ve boyun eğmişler prensese, En görkemli kırmızı siyah ejder eğilmiş ve prensesi sırtına almış. Birlikte uçmuşlar ve ülkenin sınırlarındaki işgalcileri kovmuşlar. O esnada bir sürü sınır köy de zarar görmüş ama bazen sınırlarımızı korumak için verdiğimiz savaşlarda kendimizde zarar görürüz demiş prenses. Ardından ejderlerin karşısına geçmiş. Başarılarını tebrik etmiş. Ve onlara ülkelerini korumak için her daim gözlemde olmalarını emretmiş. Bunu yaparlarken özgür olmalarını söylemiş. Diledikleri yerde uçup avlanabileceklerini de söylemiş. Böylece ejderler neşe içinde özgürlük çığlığı atmışlar. Sınırlar güvende olmuş ve geceleri gökyüzünü şenlendiren ışıklara ejderlerin alevleri de eklenmiş.
Günler sonra prenses savaşın yorgunluğunu atınca gene kahinin yanına gelmiş. Kahin de ona son görevini vermiş. Esas kraliyet sarayı, prensesin doğduğu görkemli saray buralardan uzaktaymış. Kraliyet tacının o saraya götürülmesi ve o sarayda teslim alınması gerekiyormuş. Ama saray seneler evvel içerisindeki canavarlar nedeni ile terkedilmiş. Sarayın ihtişamlı kabul salonunda kocaman bir ayna varmış. ve o aynadan etrafa korkunç canavarlar çıkıyormuş. Bu nedenle aynanın ışıksız kalması için şato karartılmış. Pencereleri kapatılmış. Prenses bu şatoyu çok merak etmiş. Geyiklerin çektiği ihtişamlı kızağına binmiş ve uzun bir yürüyüşün ardından görkemli ve ürkütücü şatoya varmış. Şatonun kocaman kapısını elindeki devasa anahtarla açmış içeri girdiğinde meşaleleri yakmış. Meşaleler şatoyu aydınlattığında etrafta canavar falan görmemiş ama ihtişamlı salona girdiğinde oradaki devasa aynaya bakmış ve o anda aynadan etrafa türlü gulyabaniler çıkmış ve ürkütücü biçimde etrafta uçuşmaya başlamışlar. Prenses gulyabanilerden korkmuş ama korkmasına rağmen aynaya doğru ilerlemiş. Aynanın köşesinde minicik bir beyaz saçlı kız çocuğu bulmuş. Aynanın diğer tarafındaymış bu çocuk, prenses çocuğa seslenmiş. Kız çocuğu korku ile iki büklüm kıvrıldığı yerden kaldırmış kafasını ve prensese bakmış. Sonra prenses elini uzatıp aynaya dokunmuş eli büyülü bir şekilde aynanın diğer tarafına geçmiş. Prenses de o zaman aynanın içine girmiş ve küçük kızın yanına oturmuş. Küçük kız ona anlatmış sessizce. Canavarlardan çok korktuğunu söylemiş. Canavarlar etrafta biri olduğunda, biri yakına geldiğinde kalabalıklaşıp bağırıyorlarmış ve kız daha da çok korkuyormuş. Hem de yaklaşan kişilere zarar geliyormuş. O nedenle kızı bu aynanın içinde bu şatoya bırakmışlar. Kimsesiz kalmaktan da kız çok korkuyormuş ama yapacak da birşey yokmuş. Küçük kız karanlıktan da çok korkuyormuş ama burada karanlıkta ve yapayalnız yaşaması gerekiyormuş. Sonra küçük kız korkmuş gözleri ile bakmış prensese ve sen de gitmelisin demiş. Ardından ağlamaya başlamış ve gene iki büklüm kapanmış. Prenses bu canavarları falan unutmuş, boşvermiş. Bu minicik kızın haline çok üzülmüş. Hiçbir çocuk böyle yapayalnız ve karanlıkta kalmamalı demiş. Kıza sarılmış ve onu oradan almış. Canavarlara bir şekilde çözüm bulunur demiş. Aynadan çıkarmış kızı ve açmış bütün pencereleri. Ardından şatonun kapılarını ardına kadar açmış. Orada ıslık çalmış. Islığını tanıyan geyikleri kızaklı arabasını da alıp gelmişler ve prenses ve kız çocuğu birlikte arabalarına binmişler. Prenses kız çocuğunu kendi sarayına götürmüş. Orada onu baloncuklu havuzlu banyosunda yıkamış, saçlarını taramış ve tokalar takmış. Güzel elbiseler giydirmiş, süslemiş. Bir sürü hikaye kitapları okumuş ve sıcacık yatağında uyutmuş. Oynaması için bir sürü oyuncaklar yaptırmış. Onu ülkesinde gezdirmiş. Tüm bunlar olurken kalabalık canavarlar ve gulyabaniler de onların etrafında dolaşıp durmuş. Sarayın temizliği ile uğraşan yardımcılar ellerindeki koca süpürgelerle canavarları kovmaya uğraşmışlar, herkes korkmuş baştan ama canavarlar ürkütücü şarkılar söylemesine karşın kimseye zarar vermiyormuş aslında. Bir süre sonra canavarların sayısı azalmış insanlar da onlar aldırış etmemeye başlamış. Tabi küçük kız arada hala çok korkuyormuş canavarlardan ama prenses yanındayken korkusu epeyce azalıyormuş. Günler haftaları haftalar ayları kovalamış ve böylece küçük kız iyice serpilip gelişmiş beslenmiş uyumuş rahatlamış. Canavarlardan daha da az korkar hale gelmiş. Canavarlar kızın korkusu azaldıkça daha az görünür olmuşlar. Ara ara ortaya çıksalar da artık kimse onlardan korkmuyormuş. Ama canavarlar geldiğinde küçük kızla herkes çok daha fazla ilgileniyormuş. Canavarlı ve kimselerin istemediği kız prensesin yanında sevilen ve aranan biri haline gelmiş zamanla. Hal öyle olunca canavarlı şato ve canavarlı kız gittikçe arınmış canavarlardan.
Canavardan epeyce arınınca da esas şato temizlenmiş süslenmiş onarılmış bakılmış. Kraliyet tacı oraya taşınmış ve tacı görmeye giden bir sürü insanla birlikte prenses de oraya gitmiş. Kahin şimdi tacı alabilirsin demiş. Prenses de uzanıp almış tacı ve takmış kafasına. Taç takıldığı zaman kraliyet şatosunun kapısına bir kuyruklu yıldız gelmiş. Ve bu kuyruklu yıldıza binmiş prenses ve küçük kız çocuğu birlikte gökyüzünde dolaşıp herkese haber vermişler ki yeni bir kraliçesi olmuş karlar ülkesinin. Halk çok sevinmiş ve şenliklerle kutlamış bunu. O ülke sonsuza kadar huzur ve refah içinde yaşamış o günden sonra.
Comments