Evvel zamanda kalbur samanda uzaklarda bir titrek meşe ormanı varmış devasa bir dağın eteğinde. Bu koca dağın yüksek yamacındaki titrek meşe ormanının içerisinde yüksek kuleleri olan bir Lanetli Han varmış. Bu hanın içinde huysuz cadı ile onun hırçın kedisi yaşarmış. Huysuz cadı o Lanetli Han’da karanlıklar içinde otururmuş. Lanetli Han'ın laneti yüzünden orada içinde ışık yanmaz, ateş tutuşmazmış. Bir de Han’a giden yol uçurumdan yapılıkmış. Kararlı ancak huysuz Cadı türlü büyüler iksirler deniyormuş laneti kaldırmak için. Karışımlar için gereken malzemeleri getirmek için çok uzak yerlere süpürgesi ile uçuyor, yorgun bitkin dönüyor sonra teri soğumadan ormana dalıyor büyülü otlar, türlü malzemeler arıyormuş. Ancak titrek sönük bir minicik alev dışında Han’a ışık taşıyamamış. O minicik titrek alevse zaten kimi zaman yanıyor kimi zaman sönüyormuş.
Günlerden bir gün karanlıklar içerisindeyken hırçın ve inatçı cadı Han’ın etrafında kocaman bir kazan kurmuş ve laneti kaldırmak için devasa bir iksir kaynatmaya başlamış. Kazan kaynayıp iksir fokurdadıkça, cadı Ay'a ve yıldızlara, fırtına taşıyan bulutlara, kasırgaya, kuzeyin ve güneyin rüzgar ruhlarına seslenmiş. İksir fokurdadıkça tepesinde beliren buhar, cadının sesini titrek meşe ormanından göklere, Ay’a, yıldızlara, rüzgara, kasırgaya, rüzgar ruhlarına taşımış. Kazan kaynadıkça gökteki Beytüllahim yıldızı parıldamış, parıldadıkça parıldamış ve Cadı hırçın bir halde sözlerini söylemeye devam etmiş. En sonunda yıldız, ışığından bir miktarını kazana göndermiş. Kazan da alev alev ışıldamış ancak o esnada kasırga kopmuş rüzgar esmiş ve kazan devrilmiş. Kazanın içindeki iksir dökülmesin diye onu tutmaya çalışan cadının üstü başı iksire bulanmış. Ardından kasırga şiddetlendikçe şiddetlenmiş. Feci bir yıldırım düşmüş Han'a ve Han alev almış, kasırga da Cadı'yı alıp uzaklara doğru götürmüş. Kasırgada savrulurken cadı, bir eli ile süpürgesine ve kazanına, diğer eli ile kedisine tutunmuş. Titrek meşe ormanından çok uzaklara doğru uçmuş, sürüklenmiş, gitmiş.
Çok uzaklarda bir yere düşmüş Hırçın cadı. Sağına bakmış, soluna bakmış ve bulunduğu yeri hiç tanımadığını fark etmiş. Etrafında alışık olduğu meraklı baykuşlar, minik sincaplar, yaramaz ayılar yokmuş hiç. Bu tanıdık olmayan yer, bizim hırçın mı hırçın cadıyı çok ürkütmüş. Kendisini orada yapayalnız ve kimsesiz hissetmiş. İksirin etkisi ile teni ışıl ışıl parlıyormuş. Bu nedenle geceleri özellikle çok dikkat çekiyormuş. Ormanın vahşi yaratıklarına görünmekten korkuyormuş. Sonra yağmurlar üzerine yağıyormuş. Kasırga onun üzerine esiyormuş. Üşüyormuş bu nedenle çok. Evim yok, evim yok diye ağlayıp duruyormuş. O zaman huysuz kedisi gelip ona, o zaman bir ev yapsana bize demiş. Hırçın cadının nedense aklına gelmemiş o zamana kadar kendilerine bir ev inşa etmek.
Önce tam da oturduğu, oturup da ağladığı hatta tam 7 gündür hiç kalmadığı yerden diğelmiş ayağa. Sonra eline süpürgesini almış ve orayı güzelce süpürmüş. Süpürürken orada enteresanç bir şekil görmüş. O şekil bir spirale bir labirente benziyormuş. Bir mühüre bir büyüye benziyormuş. Bir de cadının tam da kalbinin üzerinde bir lekesi varmış o lekeye de benziyormuş. Bu nedenle çok çok hoşuna gitmiş ve kazanını kurmuş oraya. Altına çalıları koymuş ve üflediği gibi ateşi tutuşturmuş. Ateş artık onun bedenindeymiş, nefesindeymiş. Ev inşa etmek için gereken şeyler toplamış, Dişbudak ağacının kökünden biraz, söğüt dalından biraz, leylek tüyünden 3 tane, kurt dişinden bir tane, ay taşından 4 tane diye diye atmış kazana. Kazan fokurdayıp tavlanınca dökmüş yere iksiri ve süpürgesi ile yaymış etrafa iksiri. Yaymış ve ardından şarkılar söylemiş. Şarkılar söyleye söyleye yükseltmiş evini. O şarkılar söyledikçe toprak yükselmiş, taşlar yuvarlanıp gelmiş. Oracıktaki ağaçlar eğilip kıvrılıp bükülmüş ve Hırçın Cadı ile kedisine eşsiz güzellikle bir ev yapıvermiş. Cadı evine geçince de ağlamış ağlamış göz yaşları çokça akmakta iken huysuz kedisi gözyaşlarını koyması için ona bir gözyaşı şişeciği verivermiş. Cadıcık ağladıkça gözyaşlarını biriktirmiş. Güldükçe evini temizlemiş, şöminesindeki ateşi izlemiş ve ışıl ışıl bedeninden eve yayılan ışıkları seyretmiş.
Çok keyif almış, neşelenmiş neşelenmesine ama evinde bir kendisi bir kedisinden başka kimsecik yokmuş. Bu durum gittikçe daha çok canını sıkmış cadıcığın. O da ateşin başında şarkılar söylemiş. Şarkılarının içine özlemi ve yalnızlığın çeşnisini, katmış. Lir çalmış ve bu lirin ezgilerini rüzgara emanet etmiş ki sevdiklerine taşısın sesleri. Kurabiyeler pişirmiş gürül gürül yanan fırınında. Mis kokulu ekmekler de yapmış. Tomurcuk kokulu çaylar da demlemiş. Sonra beklemiş de beklemiş. Ama kimsecikler gelmemiş. Kimsecikler gelmeyince bizim cadı huysuz kedisini de alarak yanına uçmuş yükseklere.
O uçtukça etrafındaki çalılar ağaçlar da yükselmiş de yükselmiş. Cadı sağa gitmiş sola gitmiş dolaşmış dolaşmış bir türlü ormanlıktan çıkamamış ama sağa sola giderken bir sürü çocuğun sesini duymuş. Çocuklar lirin sesini özlemin tınısını kurabiyenin kokusunu almışlar. Bu sesi, çağrıyı duyup peşine takılmış ve ormana doğru yola çıkmışlar. Labirentte dönüp dururken kaybolmuşlar. Cadı dolanmış da dolanmış ancak çocuklara ulaşamamış. Sonra yorulmuş iyice ve gece çökmüş üstüne. Ormandaki dalların oluşturduğu hırçın labirent sanki cadı hırçınlaştıkça daha da hırçınlaşıyormuş. Yollar birbirlerine karışıyormuş. Karıştıkça dolanıyormuş. Labirentin içerisinden çocuk sesleri geliyormuş. Bunu anlayınca evine dönmüş. Salonun orta yerinde oturmuş. Durmuş düşünmüş. Buraya nasıl geldiğini, düşünmüş düşünmüş ve sonunda hatırlamış.
Geldiğinde yerleri süpürürken yerde bir şekil gördüğünü ve şeklin bir artı etrafında yerleşmiş pek çok spirallerden ibaret olduğunu. Aslında ev yapmak için tam da o spiralin üstünü kendisi seçmiş. Sonra orada gördüğü şekli iyice anımsayıp küçük tahta parçalarına çizmiş. O tahta parçalarına bir ip bağlamış, onları kolyeye çevirmiş. Ve huysuz kedisine teslim etmiş ki labirentte hem kendi kaybolmasın hem de diğer çocukları bulsun da evin yolunu gösteren kolyeyi dağıtsın. Böylece çocuklar kolyeye ulaşmışlar. Kolyeye baka baka labirenti aşmış evin yolunu bulmuşlar.
Eve gelince birlikte şarkı söylemişler, çay içmişler, kurabiye yemişler. Birlikte gülmüşler, ağlamışlar eğlenmişler. C adının ışıl ışıl bedeni ve alevli nefesi ile anlattıklarını dinlemişler. Böylece hırçın cadının evi o günden sonra buluşmak için iyi bir mekan haline gelmiş. Bir sürü güzel anılar birikmiş. Bir sürü kahkaha sesi çınlamış duvarlarında. Ve bir gün artık hırçın cadı artık kendini yalnız hissetmediğini fark etmiş. O zaman gözyaşı şişesinde biriktirdiği gözyaşlarını dökmesi için kediye vermiş. Kedi de almış şişeyi ve artık çok uzaklarda kalan ancak yıldırım düştükten sonra hala cayır cayır yanan Han'a dökmüş ve Han'daki ateşler sönmüş, sönerken üzerindeki lanet de kalkmış karanlık bir gölge gibi ve uçup kaybolmuş. Cadı ve kedisi evlerinde dostları ve sevdikleri ile sonsuza kadar mutlu ve mesut yaşamış durmuşlar.
Comentários