Alahçın Nene ateşin başında sallanan sandalyesinde örgü örüp geceyi ayakta geçirmeye yeminliydi. Bir taraftan sallanıyor diğer taraftan içeriye bakıyordu. Ama ateşin çıtırtısı ve o akşamın esen rüzgarı Alahçın'ın göz kapaklarını her zamankinden daha ağır kılıyordu. Sallandıkça gacırdayan sandalyesi ve sallanmanın verdiği huzur da öyle. Uykusunun çok daha fazla bastırmasına neden olmuştu. Ama tam kapının önündeydi ve yedizlerin ona görünmeden veya onu uyandırmadan kaçmasının imkanı yoktu. Ona göre yani.
Hemen hemen tüm diğer yetimler de Alahçın Nenelerinin bu huzursuzluğunu biliyorlardı. Hepsi de yedizlere geceleri gitmemeleri gerektiğini söyleyip duruyordu ama yedizler geceleri gitmediklerine yeminler ediyorlardı. Yedizlerin yalan söylediği ve kötülük yaptığı da hiç bilinmediğinden herkes onlara inanıyordu. Alahçın bile. Alahçın yedizlerin geceleri yataklarından kaybolduklarını hatırlamadıklarını biliyordu. Ah, aslında neyin ne olduğunu da biliyordu ama anlayamıyordu. Bu çok tanıdık geliyordu ona. Ama bir anlayabilseydi.
"Nene! Nene!" seslenen Zersenildi. Zersenil'in gözleri küçükken de simsiyah görünüyordu. O gözler ona o zamanda gizemli bir bilgelik katıyordu.
Alahçın irkildi. Hangi ara uykuya dalmıştı. "Çok yaşlandım!" diye söylendi.
"Söyle kızım, kuzum benim." dedi sonra.
"Gitmişler Nene!"
Alahçın hışımla kalktı ve yataklarında yedi minik yetimin hiçbirinin olmadığını gördü, telaşlandı. Eline büyülü fenerini de alıp dışarı çıktı. Ortalık çok sisliydi ve sislerde bir tekinsizlik vardı. Arkasına döndü:
"Zersenil! Haluk'u da uyandır kızım! Dikkat edin kardeşlerinize!" Birkaç adım ilerledikten sonra arkasına döndüp baktı gene, evin kapısı hala ardına kadar açıktı ve kendisine büyük gelen pijamasının içinde kocaman gözleri ile bakmaya devam ediyordu Zersenil. Haluk uyanmış arkasında duruyordu. "Çocuk hali bu kadar iri, büyüdüğünü görür müyüm acaba?" diye düşündü Alahçın, "Kapıyı kapatın demedim mi?" diye seslendi gene. Çocuklar irkilip kapıyı kapattılar. "Bu yedizler sebebine habire uykularından oluyorlar. Ormanın karılarını çağırmalıydım" diye düşündü Alahçın. Telaşla sislerin arasına doğru ilerledi.
O gece yedizleri bulmak için sislerin arasında çok zaman geçirdi ve ormana ait olmayan pek çok ziyaretçiyi gördü. Ziyaretçiler sadece ormana değil, yerin üstüne de ait değillerdi. Hayaletler, gölgeler, bir görünüp bir kaybolan ürpertici varlıklar Alahçın'ı tedirgin etti. Yedizlerin varlığı ormanı tekinsiz bir arafa dönüştürüyordu. Bu gizemi anlamayı, çözmeyi çok istiyordu Alahçın. Yedizleri güvenle evine götürünce Kehriyar'ı, bilge at adamı çağırmak istediğini düşündü. Onu düşünmek neşelendirdi Alahçın'ı. Birbirlerini sevmeyi denemişlerdi, bunu hatırlamak güldürdü neneyi. Gecenin en tekinsiz, en karanlık saatlerine dek yürüdü ve ortalıkta dolanan buncaman tekinsiz varlığın evine musallat olmaması için dualar etti. Zavallı minik yetimleri ürker, ürperirlerdi.
Karanlığın ortasında, ormanın te öte ucunda buldu yedizleri. Bir zeytinin devasa dallarında uyuyorlardı. Zeytinin dalları yılanlarla doluydu ve yedizlerin her birinin ağzında bir mermer gibi beyaz ve parıldayan bir meme vardı. Alahçın biraz daha yaklaşığında zeytin ağacının dalında uzanan yedi memesi ile yedizleri emziren belden aşağısı yılan olan bir kadın gördü. Kadın yılan gözlerine benzeyen gözleri ile Alahçın'a baktı ve sonra gözlerini kapattı. İki kocaman beyaz kanadı vardı ve yedizleri kanatları ile kapattı. Alahçın daha evvel böyle birşey görmemişti. Gördüğü varlığı da tanıyamadı. Ama emziren bir kadının memelerinde huzurla uyuyan bebekleri de almak ona, bir kadın olarak doğru gelmedi. Ayaklarının dibinde dolaşan, ağaca tırmanan yılanlar, devasa yılan kadın kadar huzurlu değillerdi. Gecenin bir yarısı olmasına rağmen kıpır kıpırdılar. Alahçın ne yapması gerektiğini bilemedi ama çocukların huzurlu olduğunu görebiliyordu.
"Sen kimsin?" diye seslendi. O zaman diğer yılanlar tısladılar. Kadının kendisi ile konuşmayacağını anladı. Bunu hem anladı hem de kızdı. Kendisi de önünde uzana ve yer üstü dünyasına ait olmadığı her halinden belli olan bu kadın kadar kadim bir varlıktı. Kendisine emanet edilen yetimlerin böyle destürsüz yataklarından alınması ve tanıtılmaksızın annelik edilmesi ona pek edepsiz geldi. Daha evvel hiç böyle bir saygısızlığa uğramamıştı. Olduğu yerde dikilmeye devam edip ne yapması gerektiğini düşünürken güneşin ilk ışıkları görünür oldu ve ortalık aydınlanmaya başladı. Ortalığın aydınlanması ile birlikte Alahçın'ın gördüğü şeylerin her biri kayboldu. Alahçın koşa koşa zeytin ağacına gitti ama üzerinde ne yedizler ne de yılanlar vardı. O zaman koşa koşa evine geri döndü ve yataklarında mışıl mışıl uyuyan yedizleri gördü. Ev iyeleri kahvaltıyı hazırlamıştı, Zersenil ile Haluk Alahçın'ın sallanan sandalyesinde uzanıyordu. Alahçın onları şefkatle kucaklayıp yataklarına yatırdı. Gözlerini açar gibi olduklarında "Eve döndüklerini gördünüz mü?" diye usulcacık sordu. Görmedik anlamında kafalarını salladılar.
Yedizler sabah uyandıklarında neşe ile Alahçın Nenelerine sarıldılar ve ona "Seni gördük rüyamızda" dedikten sonra kahvaltıya oturup şen bir şekilde yemeye koyuldular. Diğer yetimler de uyandı. Alahçın'a çay doldurdu iyeler. "Gene yorgun, keyifsiz' diye söylendiler aralarında.
Alahçın evin avlusuna çıktı ve seslendi. Onun sesine birkaç kuş kondular avluya, onlara eğilip söyledi: "Kehriyar'ı getirin." Sonra kuşlar uçtular. Kehriyar, bilge at adam çağırılmıştı. Asırlar sonra. Alahçın yorgun gözlerle gülümsedi. Bilge olmasına karşın yarı insan olması nedeni ile horgörülen, horgörüldü diye kendisini Alahçın'a layık görmeyen Kehriyar. "Demek" diye düşündü, üzerinden asırlar geçse ve yürek bile iyice yaşlansa da aşk hala insanın yüreğini böyle çarptırıyor." Sonra içeri geçip uyudu. Aşık da olsa artık çok yaşlı bir kadındı Alahçın. Kolay yoruluyordu.
Comentarios