Sabah olduğunda Alahçın'ın yetimlerinin her biri yataklarında uyandılar. Çok gerçek ve ağır, ürpertici bir rüya görmüş gibiydiler. Kolları, bacakları, tüm vücutları dayanılmaz bir ağrı çekiyordu. Zorla yattıkları yerden kalktılar.
Ev iyeleri ve cazılar herbirinin başında toplanmıştı. Evde tütsüler vardı ve sirkeli suları yetimlerin alınlarına sürmüşlerdi.
"Rüya mıymış?" diye sordu Atasagun.
"Bu karanlık bir büyü, rüya değil!" dedi Zersenil.
"Kalçam bile ağrıyor" dedi Koca Adam.
"Çok ürkütücüydü" dedi Aylensis. O böyle söyleyince Zersenil ayağa kalktı ve Aylensis'e tiksiniyormuş gibi bir ifade ile bakındı.
"Bunların hepsinin senin başının altından çıktığına eminim." dedi. "O ölü, sopsoğuk bebek "
Cevap vermedi Aylensis.
"Bu sesi çıkartan oymuş demek!" dedi Atasagun. "Nasıl tuttunuz onu öyle kucağınızda?" diye sordu sonra.
"At Adamlara sormalı." dedi Zersenil. "Bu rüya mıdır nedir, kara büyü gibi olan şeyi onlar bilir en iyi.
Aylensis Zersenil'in suçlayıcı tavırlarından bıkmıştı artık ama gene de ona hiç itiraz etmiyordu. Gecenin tiz sesi en çok onu ürpertmişti. Kendisini çok suçlu hissetti. Fazlasıyla suçlu. Ölü bebeğin buz gibi teni ve tiz ağlayışı, yaşlı kadının bakışları onu ok etkilemişti. Bir daha orada olmak istemiyordu kesinlikle. O kadının ve bebeğin yanında durmak istemiyordu. Çok ürkütücüydü. Kendisine iyi hissettirecek yeri biliyordu. Kaynattığı kazanın kuruttuğu, köz ettiği orman köşesine gidecekti. Ama öncesinde kayalık oyuğundaki evine gitmek istedi. Gözyaşı şişelerinden birine daha ihtiyacı vardı.
Hepsi de evden dışarı çıktı ve ormanın güvenli kıyılarında yürümeye başladılar. O ağır rüyanın, gecenin ürpertici havasını atmak istediler. Zersenil ise birşeyler öğrenmek biraz anlamak için dışarıda koşuşturan at adamlardan birini buldu Zersenil. Kehriyarı arıyordu. Upuzun kahve rengi saçları rüzgarda uçarken, bulduğu at adamın sırtında uzaklaştı. At adamların en bilgesiydi Kehriyar. Onu bulmak için Sarp Kayalar'a geldiler. Kehriyar bu garip dağlık alanda olmayı seviyordu. Kehriyar'a olan biteni anlattı Zersenil. Diğer ata adamlardan epeyce iri olan Kehriyar Zersenil'i dikkatle dinledi. Bir atın gözleri kadar iri olan gözleri ve belirgin burnu ile dinledi. Zersenil kendisini nihayet huzurlu hissediyordu.
"Burada karanlık ve tekinsiz bir şeyler olduğunu hissediyorum." dedi Zersenil. Sonra tereddüt etti ve sustu. Kehriyar o zaman bakışlarını göğe doğru çevirdi ve uzun uzun göğü izledi. Zersenil kehanetlerle ilgili bilgisi ve bilgeliği ilk gelmeye başladığında bulmuştu Kehriyar'ı. Kehanet sanatının, geçmişin, geleceğin ve zamanın bilgeliği en çok at adamlarda bulunurdu. Kehriyar da bu sanatın en ustalarından biriydi.
Sezgilere sahip olmak çok fazlasıyla zor birşeydi. Tam olarak bilmenin mümkün olmadığı bir sezgi sanatı. Görüntülerin ve sezgilerin geçmişten mi, gelecekten mi geldiği belli olmuyordu. Zamanla, ustalıkla ayırt edilebiliyordu bazı şeyler. Olasılıklar ve değişkenliklerin sürekli eğip büktüğü bir zamanda hangi görüntünün gerçekleşeceğini bilmek de zordu. Ve insanlar, yerler hakkında herkesten fazla şeyler bilmenin - sezmenin çok kafa karıştırıcı bir etkisi vardı.
Küçük bir kız olduğundan beri sezgileri onu yorduğunda, korktuğunda ve güçlerini öğrenmesi gerektiğinde Kehriyar yanındaydı. Ve o zamandan beri Aylensis'ten şikayetçiydi. Kehriyar onu dinliyor ama birşey söylemiyordu. Bu da kötü hissettiriyordu Zersenil'e. O nedenle tereddüt etmişti. Konuşmadı ama bu işin içinde Aylensis olduğundan emindi. Aylensis konusunda öyle tekinsiz hisleri vardı ki çocukluğundan beri, bir gün bir iş açacağını biliyordu. Şimdi de tüm bu olan bitenin Aylensis'in eseri olduğuna inanıyordu. Sanki bir gün olacağını tahmin ettiği şeyleri şimdi yaşıyor gibiydi.
"Siz yetimler, Alahçın'ın yetimleri. Buraya çağrıldınız." dedi Kehriyar. O konuşurken sanki dünya sessizleşiyordu. Zaten rüzgarın uğultusu ve orman sakinlerinin belli belirsiz seslerinden başka bir ses yoktu ortada. Ama Zersenil için sessizleşen Dünya önemliydi. Çünkü sezgileri onun için heryeri çokça gürültülü bir yer haline getiriyordu. Ve çok huzurlu hissediyordu Zersenil, Kehriyar konuşurken.
"Burada olmanız buyruldu ise olmalısınız." dedi Kehriyar.
"Ama ne olduğunu anlamak istiyorum. O bebek, tiz sesin sahibi. Yaşlı kadın ne? Ne oluyor?"
"Sen, bir küçük kız ve bir yaşlı kadın görmüşsün, hayatın başında ve sonunda olan biri."
"Ve karanlık!" dedi Zersenil ama sinirlenmeye başladı. Kehriyar gene ona anlattıklarının içinden imgeleri çekip Zersenil'e sunuyordu. Anlayamıyordu işte. "Bir de tek ben görmedim, hepimiz gördük. Hem küçük kız dediğin, ölü bir bebekti Kehriyar." dedi Zersenil.
"Ölü bir bebek." diye tekrarladı Kehriyar. "Ama tiz bir sesle ağlıyor."
"Onun ağlaması sizi getirdi buraya." diye ekledi sonra.
Zersenil anlamıyordu, çok kızgındı, ellerini yumruk yapmıştı. Artık küçük bir kız çocuğu değil, kocaman bir kadındı. Kehriyar'la konuşabilecek bir kadın. Kehriyarsa hala ona simgeleri söylüyordu.
"Öfkeni anlıyorum. Şşşş, sakin ol!" dedi Kehriyar ve yumruk yumruk ellerini çözdü Zersenil'in. Tıpkı çocukken yaptığı gibi. Ama o zaman Zersenil daha da sinirlendi. Sembolleri anlayamadığında böyle hissediyordu ama bu seferki daha da yoğun bir histi. Çok kızgın, çok öfkeliydi ve Kehriyar da ona yardımcı olmuyordu.
"Ben, biz buradayız. Sizinle, bu zor günlerinizde yanındayız." dedi Kehriyar. Zersenil hiç bir şey demedi. Sinirli bir şekilde döndü ve Çatırdayan eve doğru yürümeye başladı. Kehriyar'a kızgındı. Ne diyeceğini biliyordu daha da kalsa:
"Onlar senin sembollerin, kelimelerin, sözlerin. Sana anlatıyor. Okumalısın. Acını ve öfkeni bir kenara koy ve sakinleş. Derin nefes al ve bekle. Gör." Ama Zersenil şu an öfke doluydu. Baktığında görüyordu ama gördüğünü anlayamıyordu. Gördüğü onda öfke ve kızgınlık yaratıyordu. Kehriyar gibi sakin kalamadığı için, küçük bir çocuk gibi duygularına sahip çıkamadığı için, anlayamıyordu kendisini, hiç birşeyini.
Sarp kayalıklardan Zersenil inerken, yamacın öte tarafından Aylensis tırmanıyordu. Çevikliğini yitirmişti. Gecenin karanlık rüyası onu çok yormuştu. Sırtındaki kamburu uzaktan bile fark ediliyordu. Saçlarının kızılı aklar arasında kaybolmuştu. Nefes nefes oyuğuna girdi. Orada bir örtü buldu kendisine ve örtündü. Zersenil'in koyu kahve uçuşan saçlarını ve sinirli çehresini gördü. Acaba Zersenil'i hiç seviyor muyum diye düşündü. Onu özleyip özlemediğini merak etti. Göz yaşı şişelerini sakladığı dolabını sanki paha biçilmez mücevherler taşıyormuşçasına özenle açtı. İçinden bu sefer iki tane şişe aldı. Birini kumaşlara sarıp sarmaladı ve özenle çantasına koydu. Diğerini ise ayaklarının dibine atıp parçaladı. İçinden yükselen duman Aylensis'i yeniledi ve dumanların içinden tazecik teni ve kıpkırmızı saçları ile ayrıldı. Sarp kayalıktan aşağı doğru inmeye başladı. Hiç karşılaşmadılar Zersenil'le. Biri hırçın ve öfkeli, diğeri ürkmüş ve üzgün iki kadın birbirine değmeyen patikardan ve kendilerini yapayalnız hissederek yürüdüler Çatırdayan Eve'e.
Comments