Bir gece, bir kızıl dolunay vaktinde bir kız bebek doğmuş, doğar doğmaz kızıl ayın ışıttığı bir gölde yıkanmış. Ancak Çıktığında annesi ve babası onu göğsüne basmış ancak yüzüne ve bedenine baktıklarında çok şaşırmışlar. Çünkü ay ışığında parıldayan bedeni son derece ürkütücüymüş. Ancak kısa bir süre sonra güneş doğmuş, güneş tenine değer değmez efsanevi bir güzelliğe bürünmüş bedeni. Gökçirkeye o nedenle hem güzel hem de çirkin anlamına gelen Gökçirke ismini vermişler. Gökçirke ailesinin yanında büyümüş, onlardan hem eğlenmeyi hem de şifa olmayı öğrenmiş. Büyürken inanılmaz bir yeteneği olduğu aşikarmış çünkü hem bitkileri, hem hayvanları hem de insanları kolayca şifalıyormuş. İşte böyle yetenekli ve yetkin bir şekilde büyümüş. Derken yeterli büyüdüğünde son derece meraklı bir kıza dönüşmüş. Gezip dolaşıyormuş ancak merakını bir türlü doyuramıyormuş. Yaşadıkları kasabanın 3 tarafını çevreleyen denizlerin ötesini merak ediyormuş. Göğü ve katlarını merak ediyormuş. Merakı onu memleketinde durdurmamış. Yüreğinde, aklında, kulağında hep bir çağrı varmış.
Günün birinde bu merakını cezbeden bir sürü şeyle ne yapacağını sormuş ailenin koca dedesine. Koca dede dik mi dik dinç mi dinç uzunca beyaz sakalları olan bir yaşlı adammış. Asasını 3 defa yere vurmuş ve tok sesi ile konuşmuş: "Yeterli büyüdüğünde benim kızım, seni çağıran merakının peşine düşeceksin!" "Ama ne zaman?" demiş Gökçirke, "Yeterli büyüdüğünde" diye yanıtlamış koca dedesi. Sonrasında da ne zaman Gökçirke sorduysa aynı cevabı almış. Zaman hiç yerinde durmaz ya gene durmamış, hızla geçmiş öyle hızlı geçmiş ki, göz açıp kapayıncaya kadar Gökçirke yeterli büyümüş. İşte böyle hızlı geçtiğinde zaman, zamanın geldiğini anlayamayız ya. Gökçirke de anlayamamış. Öyle bir rüzgar esmiş, öyle bir gök gürlemiş ki Gökçirke büyüdüğünde, bir sürü insan korkmuş, ürkmüş. Gökçirke de ürkmüş ürkmesine ancak çok da meraklanmış. İçi öyle büyük bir heyecan ile dolmuş. Çıkıp kasırganın içine karışmak istemiş ancak o esnada koca dede onu tutmuş. "Yeterli büyüdüğünde kızım!" demiş tok sesi ile. Ardından asasını yere çarpmış ve kasırga yavaşlamış. Bir süre sonra da oralardan uzaklaşmış. Gökçirke ve diğer çcuklar çılgınca kahkahalar atarak ormana koşmuşlar. Orman dökülmüş yapraklar ve titrek dallarla çok eğlenceli görünüyormuş. Gökçirke'nin aile büyükleri ise hırpalanmış ağaçlara sarılmış mırıldandıkları ninnilerle okşamışlar. Onlar ağaçlara sarılırken ağaçlarda gürbüzleşip şifalanıyorlarmış. Ondan sonraki günler gene neşe ve eğlence ile devam etmiş. Mevsim değişmiş ve bu kasırganın ardından bahar ve yaz hızla gelmiş. Baharın esen rüzgarlar tüm çocuklarla birlikte gökçirke'nin de içini neşe ve heyecan ile doldurmuş. Uzun ve çiçekli günlerde çığlık çığlığa oynamış ormanın çocukları ve Gökçirke. Geceleri ateş başında uzun sohbetlere katılmışlar. Anneler ve babalar kargacık evlerine çcukları ateş başında uyuyakaldıktan sonra taşımışlar. Hulasa o bahar ve yaz o zamana değin orman halkının gördüğü en eğlencelilerden biri olmuş. Aileler Gökçirke'yi de çocukları da ormanın köylere olan kıyısına gitmemeleri için uyarmışlar. ancak dikenli çalılar o kıyılarda bulunuyormuş. ve en iri, lezzetli böğürtlenler de o çalılarda yetişiyormuş. Gökçirke iştahına da pek düşkünmüş. Dikenli çalılara gizlice gittikleri yetmemiş gibi bir de çok geç olana kadar oralarda kalıp böğürtlen toplamışlar. Köylüler orman halkının çocuklarını görünce biraz ürkerek - köylüler ormanın şifacı ahalisinden ürkerlermiş biraz da sevinerek -orman halkının hep iyiliği dokunduğundan onları severlermiş de el sallamışlar. Çocuklar zamanın nasıl geçtiğini anlayamamış güneşin batma vakti gelmiş. O esnada tarlalarında çalışan tüm köylülerin de evlerine dönüş vaktiymiş. Çocuklar Gökçirke'ye evlerine dönmeleri gerektiğini hatırlatmılar ama Gökçirke sepetini doldurmak için günün son ışıklarından da faydalanmak istemiş. Sepeti nihayet dolmuş ancak güneş de batmış. Güneş batınca Gökçirke çirkin haline bürünmüş. Köylülerden biri onun o çirkin halini görünce ürkmüş ve çığlık atmış. Kısa süre içinde tüm köylüler Gökçirke'nin çirkinliğini farketmişler ve ona doğru taşlar atmaya başlamışlar. Taşlardan biri Gökçirke'ye denk gelince Gökçirke acıyla haykırmış. Bunun üzerine orman ahalisi gelmiş Gökçirke'yi ve diğer çocukları argacık evlerine götürmüşler. Köylülere lanet okumuşlar ve o gece köylülerle orman halkı bir kavgaya tutuşmuş. Kavgada Koca Dede yaralanmış ve ormandaki kargacık evlerine döndüğünde asasını tutan kolu hala kanamaktaymış. Gökçirke onun kanayan kollarını görünce köylülere çok kızmış öyle çok kızmış ki bu kocaman kızgınlığı ile ne yapacağını bilememiş. İşte o zaman rüzgarlar yeniden esmeye başlamış. Rüzfar öyle esmiş kasırga öyle şiddetlenmiş ki ağaçlar sarsılmış. Koca dede daha dur diyemeden Gökçirke çıkmış dışarı doğru ve rüzgarlarların arasına girmiş. Herşeyi deviren ve sarsan rüzgar Gökçirke'ye son derece şefkatli davranıyormuş. Alıp onu göklere kadar taşımasına rağmen incitmiyormuş. Kasırganın arasında savrulurken Gökçirke ormanın kıyısındaki köyün evlerinin çatılarının uçtuğunu ve kiminin de devrildiğini görmüş. Ormanın şiddetle sallandığını bazı koca ağaçların kökünden devrildiğini görmüş. Ancak rüzgar onu oralardan almış ve çok uzaklara taşımış. Gökçirke kargacık evlerinin olduğu ormandan bu kadar öteye gidebileceğini daha önce hiç düşünmemişmiş. Kasırga onu çok uzak bir köşeye bırakmış. Gökçirke konduğu bu uzak diyarda ağlamış ağlamış. Nihayet sakinleştiğinde yüreğini çok kırık hissetmiş. Binlerce kırıklık varmış yüreğinde. Ancak kasırfa yüreğindeki kızgınlığı da alıp götürmüş giderken. Biraz durduğu yerde durmuş ardından kalkıp dolaşmaya başlamış. Dolaşmış dolaşmış. Ormanın içinde ve etrafta bir sürü dikili taşlar görmüş. Dikilitaşların her birine dokunmuş. Taşlara dokunuğunda onların söylemekte olduğu bir şarkı olduğunu hissetmiş. O şarkıyı dinlemek kıza huzur ve dinginlik vermiş. Bir süre dikili taşların yanında kalmış. Söyledikleri şarkıları dinlemiş ardından kendi de bir dikili taş dikmiş oraya. Bir daha kargacık evlerinin olduğu orman köye gene gidebilecek mi merak etmiş. Üzerine bir kocaman kukuleta almış ve yürümeye başlamış. Ormanındaki büyüklerinin yaptığı gibi yollarda ağaçlar gördüğü zaman sarılmış ve onların hikayelerini hissetmiş. Onları dinlerken ve sarılırken hem çok şey öğrenmiş hem de ağaçlar şifalanmış. Asırlardır kurak ve yaralı olan bir ormanmış orası, etrafta otlar bitmeye başlamış ve ağaçlar gürleşmiş. Kız ralarda yürümeye devam etmiş. yaralı pek çok hayvana şifalı otlardan bir karışım hazırlamış. Şifalamış. Dağlara gönderilmiş hasta yılkı atlarını iyileştirmiş ve atlardan kendine devasa ve özgür bir sürü kurmuş. Onun ıslığı ile geliyorlar birlikte koşuyorlarmış. İnsanlara yardım etmemeye yemin etmiş ancak günün birinde hastalığı nedeni ile sürekli ağlayan bir bebeğin çığlığını işitmiş. İnsanların yaşadığı bir köymüş. Asla kukuletasını indirip onların yanına gitmek gelmemiş içinden ancak bebeğin hıçkırıklarından anlıyormuş. Neyi olduğunu ve nasıl kimsenin ona iyi gelemediğini. Hıçkırıklarından bebeciğin ne kadar canının acıdıını hissedebiliyormuş. Yüreği dayanamamış. Sabaha kadar beklemiş. Sabah olunca kaıpıalrını çalmış ve bebek için hazırladığı karşımı bırakmış. Annesi hiç tanımadıkları Gökçirke'nin muhteşem güzellikte ışıldayan yüzünü gördüklerinde ona çok iyi davranmışlar ve şükranlarını sunmuşlar. Karışımı içtikten sonra hemen iyileşen bebekleri nedeni ile sonsuz teşekkürlerini sunmuşlar. Gökçirke bebeğin iyileşmesine sevinmiş ancak kukuletasını üzerine çekip yoluna devam etmiş. Yürüdğü yolların kenarında bir başka köy görmüş. O köyde şifasız cüzzam hastalarının yaşadığını öğrenmiş ve onların onulmaz dertlerini yüreğinde hissetmiş. Yoluna devam etmek için kendini zorlamış ancak dayanamamış. Bir şelalenin akan suyunu bir havuza akıtmış ve şifalı otlardan ve çeşitli çamurlardan şifalı bir banyo hazırlamış. İnsanlara bu banyoda yıkandıklarına iyileşeceklerinin müjdesini vermiş. Ardından oradan uzaklaşmış. İnsanlar bu inanılmaz güzellikteki şifacının onlara bahşettiği şifayı diyar diyar anlata anlata bitirememişler. Onulmaz sandıkları dertleri bitince ailelerine geri kavuşmuşlar. Gökçirke yürümeye devam etmiş. Ta ki iyice yorulduğunu ve artık durmak istediğini hissedene kadar. Konduğu yerde kendisine tıpkı orman ahalisininkiler gibi kargacık nir ev yapmış. HEr daim ayaklarının etrafında dolaşan siyah kedileri ile o evinde kendine huzurlu bşr yaşam kurmuş. Evin etrafındaki kuzgunların kulaklarına fısıldamış uzak mı uzak diyarlarda kalan orman ahalisine kendi haberlerini götürsün ve onlardan iyi haberleri kendisine getirsin diye. Etrafındaki ormanı şifalamış. Göç etmekte olan tüm hayvan ve kuşlara çok iyi bakmış. Vahşi hayvanların barınabilmesi için doğayı tamir etmiş. Ormanlara iyi gelmiş. gündüz kendisini kukuletasına saklamış. Gece artık iyiden iyiye hayvana benzettiği bedenini özgür bırakmış. Etrafında yükselen ormanın etrafının iyice çalılarla kaplanmasına izin vermiş ve içinde türlü gece hayvanları ile beraber özgürce ve çırılçıplak dolaşmaya başlamış. Ağaçtan ağaca zıplar, dolunayda çığlık atar, hızlı hızlı koşarken kendisini daha evvel hiç olmadığı kadar özgür hissediyormuş. Geceleri öyle iyi vakit geçiriyormuş ki ormanda yalnızlığını hiç hissetmiyormuş. Hatta gündüzleri Gökçirke olduğunu unutmaya başlamış. Kendisine sadece çirke diyormuş artık. Adının anlamını bile hatılarmıyormuş. Sabah uyandığında bedeni gene mükemmel güzellikte bir insan bedenine dönüşüyormuş ama yara berelerle kaplı oluyormuş. Gökçirke hatırlamıyormuş geceleri neler yaptığını. Bitkin şekilde uzanıyor ve gecenin olmasını bekliyorumuş. Günler ve geceler böyle geçmeye başlamış.
Günün birinde sabah vakti yaşadığı kargacık kulubenin kapısı çalınmış. Gökçirke sabahları onu saran halsizlikle kapıyı aralamış. Gelen yabancı peşi sıra bir öküz arabası duruyormuş. Gökçirke içeriye almamış. Yanında iyileştirilmeye muhtaç bir hastasının olduğunu söylemiş. Gökçirke insanlara yardım etmek istemediğini burada yaban hayvanları ve doğayı şifaladığını söyleyerek onları göndermek istemiş. Ancak gelen yabancı ağabeyinin derdinin dermanının hiçbiryerde olmadığını söylemiş. Arabdan bitkin şekilde battaniyelere sardığı ağabeyini indirmiş. Alnından öpmüş ve iyileştirirsen iyileştir oksa göm buralara. Son çaremizsin diye sana getirdik diyerek arabasına binerek uzaklaşmış. Gökçirke kapıyı kapatmış. Belki alır ağabeyini gider diye ummuş ancak öküz aransının teker sesleri uzaklaşmı. Kapının dışında bekleyen hastanın inelemelerini işitmeye dayanamamış Gökçirke. Onu çekeleyerek içeri almış. Yaralarının her birini iyileştirmek için onu şifalı sularla yıkamış, ağrısını dindirecek otlardan tütsüler yakmış ve koklatmış. Ardından yaralarına elleri ile hazırladığı merhemleri sürmüş. Sabahları onun yanında kalmış. Akşamları kukuletasını takarak kulubeyi terketmiş. Sabahı ilk ışıkları ile geri dönmüş. Yaralı adamcağızın günden güne hastalığı şifalanıp yaraları geçtikçe gökçirke de mutlu olmuş. Geleri kulubesin terkedip sabahlara kadar vahşi vahşi koşup yorgun düşen gökçirke sabahın ilk ışıkalrı ile hastasına pansumanlarını yapıyormuş. Şifalı çaylarını ve çorbalarını hazırlayıp içiriyormuş. Sonra gündüz ışığında uzanıp uyuyormuş. Adamcağız günden güne güç kazanıyormuş. Ancak gündüz vakti ışıl ışıl parıldayan teni ile oracıkta uzanan gökçirkeyi izlemeye kıyamıyormuş. Şiflanmış olduuna ve tam iyileşmek istemesine rağmen o kulubeyi terketmek istemiyormuş. Derken günler iyiden iyiye geçmiş . Nihayetinde adamcağız iyice şifalanmış ve gökçirke ona bir çıkın hazılrmaış. Artık memleketine dönebilirsin demiş. Adam gitmem demiş. Kapıyı da kapatmış ve orada Gökçirke ile yaşamak istediğini söylemiş. Gökçirke bu duruma çok kızmış. Güneş de batmak üzereymiş. Kapıya koşmuş evden kaçıp uzaklaşmak için ancak adam güçlü kolları ile Gökçirke'yi tutmuş. Gitme demiş. Gökçirke kurtulmak için çırpınmış güneşin son ııkları da bataarken adama gitmesi ya da onu serbest bırakması için yalvarmış. Ancak adam kapıyı açmamış. Ona izin vermesi için yalvarıp durmuş. Güneş battığında gökçirke olanca çirkinliği ve hayvansı bedenine bürünmüş. Adam evvela ürküp birkaç adın geriye kaçmış. Ardından demiş ki herşeye dermanın var bu hayvan haline de bir dermanın devan vardır muhakkak. Gökçirke yok demiş. Çünkü bu bir kurtulanası dert değil, ben buyum. Hırlamış sonra ve pençelerini göstermiş. Bunun üzerine adam kaçmış kulubeden korku içinde. Gökçirke adamın peşinden çıkmış sokağa peşinden koşmuş gitme kal diye seslenmiş sonra. O an adam durmuş. Kal demiş çirkin Gökçirke. Kalırsan ben de seninle kalırım. Adam durmuş Gökçirkenin ürkütücü haline ve pençelerine bakmış. Ona doğru iki adım atmış. Gökçirke atılmış adama doğru ve heyecanından dikkat etmediğinden adama pençelerini geçirmiş yanlışlıkla. Adam korkmuş, çığlık atarak uzaklaşmaya başlamış ve koşarken Gökçirke onu takip etmesin diye ardına dönüp bir taş fırlatmış Gökçirke'ye. Gökçirke Orada dayanılmaz bir acı hissettmiş. O kadar derin bir acıymış ki bu hissettiği ne yapacağını bilememiş. Yüreğinin ağrısından orada durakalmış. Hayatında öyle bir acı hissetmemiş. Orada ne yapacağını bilememiş ancak yerden aldığı toprağı üzerine dökmüş ve orada bir kayaya dönüşmüş. Kayaya dönüşen bedenini şifalalamak için üzerinde türlü yosunlar türemiş. Üzerinden uzun uzun seneler geçmiş. İnsanlar o kayaya ağlayan kaya veya anne kaya demişler.
Günün birinde kadının biri istemediği bir çocuğu ağlayan kayanın dibine bırakıp gitmiş. Çocuk orada üşümüş ve ağlamış. Binlerce seneden sonra ağlayan çocuğun seslerini işiten Gökçirke kaya hali ile kalamamış. İnsan haline geri dönmüş. Müthiş bir iştahla ormanın içinde koşuşturup karnını doyurmuş. Ardından bebeciğin karnını doyurmak istemiş ama mini mini bebecik hiçbirşeyi yiyebilecek durumda değilmiş. Gökçirkede bebeciği memelerine koymuş. Bedeni bebeciği hayatta tutacak kadar süt üretmiş, böylece bebecik susmuş ve uyumuş. Gökçirke Bebeciğin ve kendisinin barıncağı bir ev yapmış kendisine ancak barınaklarını bitirebilmesi geceye kadar sürmüş. Gece bebecik uyandığında gene ağlamaya başlamış. Gökçirke korkmuş bebecik ürkecek dşye ama ürkememiş bebecik. Böyleec Gökçirke bebeciğe bakmış, bebecik büyümüş sevimli bir çocuk haline gelmiş. Gökçirke de bebecikle birlikte büyümüş. Kasırgalara hükmetmeyi çok iyi bildiğini farketmiş. Kendisinin aydınlık ve karanlık yüzlerini iyi tanımış. Karanlık yüzünü ona zarar vermek isteyenleri ürkütüp korkutmak için kullanmaya başlamış. Artık sadece onu olduğu gibi, yani çirkin ve güzel haliyle kabul edip saygı duyan varlıkları şifalamaya karar vermiş ve bebeciğe ömür boyu koruyuculuk etmiş. Bebecik büyümüş Gökçirke'nin dizinin dibinde. Gökçirke'den şifalamayı, kasırgalara hükmetmeyi, hayvanlarla konuşmayı ve türlü başka şeyi en önemlisi de ahlakı ve erdemi öğrenmiş. Bu nedenle bildiği şeyleri asla kimseye zarar vermek için kullanmamış.
O geceden sonra orman ahalisine bir sessizlik çökmüş ve ormanın kıyısındaki dikenli çalılar gittikçe daha yükselmiş. Ormana geçit vermez hale gelmiş. Kavgadan sonra orman ahalisinin neşesi keyfi kaçmış ve ormana kıyısı olan halkla konuşmaz olmuşlar. Ormanın kıyılarını bürüyen dikenli çalılar ve sarmaşıklar arttıkça orman içinde dolaşılmaz karanlık bir yer haline gelmiş. Baharın neşesi ve yazın bereketi azalmış. Yazın güneş ormana merhametli davransa da köyleri ve kasabaları yakıp kavurmuş ve rüzgarlar hiç yağmur taşımamış. Kavganın
Commentaires