Evvel zamanda buralardan uzak bir diyarda Ateş Ülkesi diye bilinen bir ülke varmış. Bu ülkenin her yeri çiçeklerle bezeliymiş. Yazın da kışın da baharın da çiçekler fışkırırmış topraklarından. Ülkeyi üç kardeş yönetirmiş. Bu kardeşlerden en büyük Kara Kraliçe'ymiş. Kapkaraymış teni, gözleri, saçları. Çok hüzünlü bir kraliçeymiş kendisi. Beyaz Kral ortancaymış. Bembeyazmış teni, saçları. Savaşçıymış, zırhı ve kılıcı da kendisi gibi bembeyazmış. En küçükleri Kırmızı Kraliçeymiş. Saçları öyle gürmüş ki, örüldüğünde kuvvetli bir adamın bileği kadar kalın oluyormuş. Kıpkırmızı fışkırıyormuş tepesinden ve upuzunmuş. Yanakları ve dudakları da kıpkırmızıymış. Kırmızı Kraliçe dans etmeyi çok seviyormuş. Sabahları uyanıp saraylarının en tepesindeki kuleden ülkeyi izlemeyi çok seviyormuş. Gözleri bir şahininkiler kadar keskinmiş ve mevsimler dönerken değişen renkleri, fışkıran çiçekleri, kokuyu, göğü görmeyi, hissetmeyi, izlemeyi, dokunmayı, tatmayı çok seviyormuş. Gene her zamanki gibi bir mevsim döngüsüymüş ve Kara Kraliçe ülkeyi yönetirken, Beyaz Kral korurken, Kırmızı Kraliçe şatafatlı ve gösterişli bir kutlama düzenlemiş. Kızıl Kraliçe çok severmiş bunu. Kutlamalarda dans eden herkesin bedeni, Ateş Kraliçe'nin bedeni gibi alev alırmış. Ateş Ülkesi'nin insanlarının ateşi büyülüymüş, insanı yakmazmış ama iyileştirir, güçlendirirmiş. Topraklarının bolluğu ve bereketi, Kızıl Kraliçe'nin yaktığı ve her daim yanar tuttuğu bu ateştenmiş. Ateşi tüten insanların yürüdüğü, dans ederken topuklaya topuklaya dövdüğü toprak da bereketleniyormuş. İşte her zamanki gibi bol ve bereketli bir şölende Kızıl Kraliçe çıkmış ve dans etmeye başlamış.
O dans ederken büyülü alevler sarmış bedenini. Kızıl Kraliçe dans ederken, gülümserken öyle güzel görünüyormuş ki herkes ona hayran kalıyormuş. O gün, uzun sürelerdir açılmayan obsidyen salonda yapıyorlarmış şöleni. Obsidyen Salon, alev alev dans eden ateş ülkesi insanlarının alevlerini yansıtıyormuş ve kırmızı, yeşil muhteşem görünüyormuş.
Obsidyen salonda kimsenin bilmediği bir ayna varmış. Obsidyenin içinde gömülü olan bu siyah ayna büyülüymüş ve Ateş Ülkesinden çok çok uzaklarda bir ülkede, başka bir ayna ile kardeşmiş. Kardeşi olan ayna buz ülkesindeymiş. Obsidyen salonda olup biteni, Buz Ülkesinin sarayına iletiyormuş. Buz Ülkesindeki kardeşi ayna asrılardır Buz Ülkesi'nin Kralı'nın taht odasında bir kenarda duruyormuş. Ancak kimsenin dikkatini çekmemiş şimdiye kadar.
O gece şölende obsidyen salon kızıl kırmızı sarı yeşil ışıldarken, Buz Ülkesi'nin Kralı salonundaymış ve aynadaki ışık oyanamalarını görmüş. Merak etmiş, gidip bakmış ve orada Kızıl Kraliçe'yi görmüş. Buz Ülkesi'nde sadece beyaz, mavi ve siyah renkler varmış. Heryer buzmuş. Her zaman kar yağıyormuş. O nedenle fazla renk görmek çok şaşırtıcı olmuş Buz Kral'ı için. Ve gördüklerine anında aşık olmuş.
Kızıl Kraliçe salonda dans ederken ayna tarafından gelen soğuğu hissetmiş. Gitmiş ve aynaya bakmış. Buz Kralı'nın buz tutmuş yüzü, soğuk bakışları ve gri gözlerini görmüş. Çok şaşırmış. Kızıl Kraliçe'de bakar bakmaz aşık olmuş. O tarihten sonra aynanın karşısında ikisi de uzun uzun zamanlar geçirmeye başlamış. Buz Kral, soğuk ve buz gibi olan ülkesini anlatmış. Renklerin olmadığını. Kızıl Kraliçe Buz Kral'ı ısıtmak, renklendirmek istemiş. Kızıl Kraliçe ülkesindeki renkleri ve sıcaklığı anlatmış. Renkleri ve çiçekleri, mevsimleri anlatmış. Güneşin doğuşunu, batışını, gökyüzünü, ülkesinin ormanlarını ve şölenlerdeki şahane yemeklerin tatlarını. Aşkları, anlattıkları, ikisinin de içini kavuşma isteği ile doldurmuş. Ve kavuşmanın yollarını aramışlar. Buz Kral, çok merak ediyormuş Kızıl Kraliçe'nin diyarını. Kızıl Kraliçe de onu davet etmiş.
Buz Kral, Krallığını bırakmamalıymış belki. Ama aşk insanı, KRal da olsa yollara düşürür ya. Öyle olmuş işte. Düşmüş yola. Peşinde bir ordusu ile Kızıl Kraliçe'nin kardeşleri ile hükmettiği Ateş Ülkesi'ne gelmiş. Herkes, Kızıl Kraliçe'nin aşkını merak ediyormuş ve hevesle, heyecanla karşılamak için hazırlanmışlar.
Ancak Kral, ordusu ile gelirken herkes susmuş. Bir soğukluk hissetmişler. Soğuk garip bir tür soğukmuş. Bedenlerindeki büyülü alevin azaldığını hissetmişler. Ama bu garipliğe rağmen dans ederek Kral'ı karşılamak istediklerinde Buz Kral rahatsız olmuş. Büyülü alev Buz Kral'ı rahatsız etmiş. Durumu gören Kızıl Kraliçe hemen işaret etmiş halkına. Misafirlerini incitmemek için büyülü alevi ateşlememişler.
Buz Kral Kızıl Kraliçe'yi görünce çok heyecanlanmış. Şölene oturmuşlar. Kızıl Kraliçe salondaki büyülü alevi söndürmüş. Buz Kral'ın yanına oturmuş. Halk alışık değilmiş büyülü alevin olmadığı şölene. Ama Kızıl Kraliçe çok aşıkmış. Kimse birşey dememiş. Yemeklerini yemişler. Şarkıları dinlemişler. Dansa kalkmışlar. Büyülü alevi yakmayacak şekilde çok nazik dans etmişler. Buz Kral çok içten gülümsemiş orada. İçten ve masum, Kızıl Krlaiçe'yi çekmiş kendisine doğru. Öpmüş sonra.
Kraliçe'yi daha önce kimse böyle öpmemiş. Kraliçe o an aşklarının mühürlendiğini hissetmiş yüreğinde. Artık birbirlerine ait olduklarını hissetmiş. Sevgilerinin sonsuza değin süreceğini hissetmiş. Aslında başka şeyler de hissetmiş. Dudaklarının soğuduğunu ve bu soğuğun dudaklarından kalbine, kalbinden ayaklarına doğru aktığını hissetmiş. Titrediğini hissetmiş mesela. Ama bunları söylememiş. Hatta düşünmemiş bile.
Günler geçerken Buz Kral, Ateş Ülkesi'ne yerleşmiş. Ve Kızıl Kraliçe ile birlikte hükmetmeye başlamış. Beyaz Kral ve Kara Kraliçe bu işten huzursuz olmuşlar. Ama Kızıl Kraliçe, Kraliyet'in ve hükmetmenin kendisinin hakkı olduğu kadar Buz Kral'ın da hakkı olduğunu söylemiş. Günler geçtikçe ve Buz Kral, ordusu ile ülkede dolaştıkça, bastığı topraklar bereketsizlenmiş ve tıpkı Buz Kral'ın ülkesinde olduğu gibi mevsimlerin çarkı dönmemeye başlamış. Beyaz Kral ve Kara Kraliçe durumu anlatmak için bir yuvarlak masa toplantısı yapmak istemişler.
"Aşkınıza saygımız büyük, ancak Ateş Ülkesi büyülü ateş ile bereketlenir. Mevsimlerin çarkı dönmezse, halkımızı ve korumamız altında olan hayvanları koruyamaz besleyemeyiz. Bolluğumuz ve bereketimiz kesilir." demişler.
"Büyülü ateş beni yakıyor ve hasta ediyor. Kral'ınızın hasta olmasını ve yanmasını mı istiyorsunuz?" demiş Kral ve öfke ile kalkmış masadan. Kızıl Kraliçe koşmuş arkasından. Sonra kardeşlerine gelmiş ve demiş ki "Her şeyi düzeltmenin bir yolunu bulacağım ama Kızıl Kraliçe'niz olarak Büyülü Ateş'i yakıp, Kral'ımı hasta etmeyeceğimi de söylemek isterim!" demiş. Günler geçmiş, Kızıl Kraliçe Kral'ı hasta etmeden büyülü ateşi yakmanın yollarını aramış. Mevsimlerin çarkını döndürmenin yollarını aramış. Ancak bulamamış. O zaman Kral'ın gelmediği küçük bolluk ve bereket şölenleri düzenlemiş ama Kral'a uzak köşelerde bile yaptığı şölenler Kral'ın hasta olmasına neden olmuş.
"Ben, mevsimlerin ve renklerin olmadığı ülkeme döneyim ve gene aynadan görüşelim o zaman" demiş Buz Kral.
"Seni görmeden yapamam" demiş Kızıl Kraliçe.
"Beni de götür" demiş. Ama Kızıl Kraliçe giderse eğer, bolluk ve bereket hepten söner gidermiş Ateş Ülkesi'nde. Ateş Ülkesi'nde en çok sözü geçenin Kızıl Kraliçe olmasının bir nedeni varmış, onun damarlarında akan kan bu ülkeyi bereketlendiriyormuş.
O zaman herkes susmuş. Kızıl Kraliçe her sabah tırmanmayı sevdiği kuleye çıkmayı bırakmış. Ateş ülkesi sessiz ve soğuk bir yere dönüşmeye başlamış.
Günler günleri kovalamış. Ateş ülkesinin ormanlarındaki hayvanlar hastalanmışlar önce. Bolluk ve bereket kesildiği için ambarlardakileri yemeye başlamışlar. Sonra halk hastalanmış. Sonra Beyaz Kral sonra da Kara Kraliçe hastalanmış. Kızıl Kraliçe ne yapacağını bilemeden üzgün ve şaşkın bir şekilde beklemiş. Sonra tırmanmayı sevdiği kuleye çıkmış ve ülkesine bakmış. Daha evvel hiç böyle bereketsiz görmemiş ülkesini. Şaşırmış, üzülmüş ve öfkelenmiş. Kendisine kızmış, Buz Kral'a kızmış. Aşklarına kızmış. Ona aşkın böyle olduğunu söylememişler hiç. Bunca çoraklığı nasıl dayanacağına, nasıl düzelteceğini düşünmüş. Düşündükçe içi bunalmış, buhran basmış. İçi bunalınca gökyüzü kararmış ve yıldırımlı bulutlar toplanmış. Kraliçe öfkelenmiş ve iyice öfkelenince bir feci çığlık koyvermiş. O öyle çığlık atınca bir sürü yıldırım düşmüş göklerden ormana. Orman alev almış. Kraliçe o aleve bakmış ve uzun bir süreden sonra tekrar büyülü alevi gördüğüne şaşmış. Kendi bedeninde büyülü alevi doğuracak gücü bulamıyormuş. Buz gibiymiş nefesi bile. Çılgın gibi, aç gibi, susuz gibi inmiş merdivenlerden koşa koşa. Koşmuş alevlere doğru. Ve ormana koşup alevlerin içine girmiş. Alevlerin içinde ısınmış ve gıdıklanmış. Gülmüş, tekrar bir şeyler hissetmeye başlamış. Ve öfke içinde alevler bedenini bürümüşken yürümüş şehre. Yürürken bağırmış halkına. Hastaların evlerine uğramış ve büyülü ateşinden alazlamış. Alazlananlar ayağa kalmışlar ve ateşi harlayarak yürümeye devam etmişler. Kraliçe yürümüş, yürümüş, saraya gelmiş. Merdivenleri koşarak çıkmış ve evvela Beyaz Kral'ı sonra Kızıl Kraliçe'yi alazlamış. Alazlaya alazlaya iyileştirmiş. Sonra Sarayın avlusuna inmiş. Buz Kral ordusu ile orada duruyormuş. Kraliçe'yi selamlamış ve hüzünle bakmış gözlerine. Hiçbir şey dememiş. Kraliçe'nin hali olanı biteni anlatıyormuş. Kral, bu ülkeye ait olmadığını, bu ülkede yerinin olmadığını çok iyi anlamış. Ve geri çekilmiş. Geldiği yollardan soğuk ve buzlu ülkesine dönmüş ve dönerken anlamış, gittiği diyarlara da kendi ülkesinin soğuğunu ve karını, bereketsizliğini taşıyacağını. Kızıl Kraliçe Kral'ın arkasından bakmış, gözlerinden iki damla yaş damlamış. O iki damla yaşın toprağa değdiği yerlerden granitten beyaz sütunlar yükselmiş göğe doğru. O sütunların üzerinde iki inci belirmiş. İnciler büyümüş büyümüş ve yumurta gibi çatlamışlar. Biri beyaz diğeri kızıl iki ejderha çıkmış inci yumurtalardan. O günden sonra bolluğun ve bereketin koruyucusu olmuş o iki ejderha ve göklerde uçmuş. Zamanı da eviren, çeviren bu iki ejderhaymış. Onların hikayeleri o ülkelerden buralara kadar gelmiş. Dileyelim de o ejderhalar bizim de göklerimizde uçsunlar ve topraklarımızdaki büyülü ateşi korusunlar.
Comments