O gece, gecenin en karanlık saatleri çöktüğünde ormanda sessizlik arttı. Sessizliğin artmasının hemen ardından karanlığın içinden simsiyah sisler süzülerek evi sardı. O sisin arasında süzülen gri ve hüzünlü bir şey vardı. Ormanın hayaleti.
Ormanın hayaleti, ormanın güneyinde ama güney olmasına karşın en yüksek ağaçların en karanlık hale getirdiği ve dikenden girilmeyen kısmında bulunuyordu. Bazı vahşi hayvanlar dışında ormanın canlılar dünyasına ait olan kısmının pek gezinmediği bir kısmıydı o yamaç.
Kimi zamanlar, tıpkı şimdi olduğu gibi hayalet daha hareketlenirdi. Hareketlenmesi, güç kazandığı anlamına gelirdi. Güç kazanması ise ormanın kıyısında, hayaletin etki edebildiklerinin hüzünlenmesi anlamına geliyordu.
Hayalet, hep aynı yolları yürürdü. Belki de tüm diğer hayaletler gibi. Bu nedenle hayaletin evin etrafına gelip yürümesi Perilayn'ı şaşırttı. Hayaletin yarattığı karanlığı yüreğinde hissetmişti. Evin etrafında dolaşıp, kuzgunların beklediği avludaki camın önünde durdu hayalet. Perilayn hemen uyandı ve sönmüş olan şöminenin ateşini yakmaya çabaladı. Ama bir türlü yakamadı.
"Karya, bu hayaletin senle ne ilgisi var! Neden bu evi bu kadar etkiliyor?" diye söylendi.
Sonra salonda durup kanatlarını açtı ve ışıldadı. Perilayn'ın ışığı, mutsuz anıları ve hayaletlerin acı verici efsunlarını uzaklaştırırdı. Ama gri beyaz hayalet camdan Perilayn'a bakmaya devam etti. Korkmadı, kaçmadı, uzaklaşmadı. Ama Perilayn'ın yüreği soğumaya başladı. O zaman kanatlarını kapattı. Titredi, ışıltısını yitirdi. Böyle olduğunu gördüğünde yerinden kımıldandı hayalet. Olan bitene üzülmüş gibi kafasını eğdi ve evin etrafında yürümeye başladı. Yürürken garip bir ses çıkartmaya başladı. Şarkıdan çok tekinsiz bir rüzgar sesine benziyordu sesi, mırıldandığı sözler hakikaten rüzgarmışçasına evi sarmaya, sarsmaya başladı. Tahtalar gıcırdadı, dolapların kapakları kımıldanmaya başladı. Ses Perilayn'ı hareketsiz bıraktı. Yere kıvrılıp kulaklarını kapattı. Alahçın'ı düşünmeye çalıştıysa da sanki tüm renkleri ve neşesini yitirmekteydi Perilayn.
Hayalet evin etrafında yürümeye devam etti. Uykusunun en derin kısmında olan Anne de çocuklar da Şeker de uyanmadı. Ama gecenin karanlığı hayalet evin etrafında dolanırken sanki ağırlaştı ve ağırlaştı. Olanca ağırlığı ile Anne'nin üzerine çöktü: tam göğsünün üzerine. Kollarını, bacaklarını, göğsünü ezdi, dermansız bıraktı sanki. Perilayn'ın hassas kalbi bunu sezinlediyse de Anne'nin yanına yürüyemedi. Mecali, dermanı yetmedi yürümeye.
Hayalet boğuk sesi ile garip şarkılarını söylemeye devam etti. O zaman ormanda tekinsiz varlıklar peydah oldu. Unutulmuş acıların tadı sindi rüzgarlara ve uğul uğul estiler etrafta. Sonra evin pencereleri, çatı tahtaları huzursuz oldu ve esneyip gerinmeye başladılar. Sanki bir şeyin girmesine direnir gibi. Ardından bir kapının açılış sesi duyuldu. Bir tek Anne duydu ama gürültülü gacırtılı açılış sesini.
"Şimdi sana kendisini tanıştıracak" dedi birisi. Anne göz kapaklarını çok zor açtı. Ama karanlık öyle ağırdı ki, kollarını değil, ağzını bile açamadı.
Sonra birşey yürümeye başladı üzerinde. Ayakları minicik ve ters, eciş, bücüş bir şey. Karanlık kadar ağır. Ama üzerinde bir spor takımı üniforması, yüzünde bir maske. Gülen bir maske. Anne, böyle korkutucu bir şey görmemişti daha evvel.
Maskeli gülen yüz kafasını eğdi ve baktı Anne'ye. Anne bağırmak istedi ama yapamadı. Kapkaranlıktı her yer, çok ağırdı üzerindeki karanlık, çenesini açamadı. Çok korktu. Ama o esnada bir kapı gıcırtısı duydu. Kafasını çevirdi. Kapının önünde bir çift kırmızı ayakkabılar gördü. Minik bir kıza ait olmalıydı bu ayakkabılar. Kapının ardında başka bir ev görünüyordu, harabe gibi bir ev, pencereleri kırık ve orada yürüyen hayalet kadını gördü.
Comments