Titrek orman, tiz sesin çıkmasından beri eskisi gibi değildi artık. Ormana dağılmış yaşayan ürkek halk vadide, çatırdayan evin etrafında toplanmaya başladı. Dağların kuytularından, mağaralardan, taş anıtından ürpertici ve asırlardır görünmeyen varlıklar görünmeye başlamıştı. KAranlık olduğunda ortalıkta ürpertici varlıklar dolaşıyordu. Tiz ses gecenin ürkütücü yaratıklarını asırlar süren uykularından uyandırmıştı ve halk çatırdayan etrafındaki vadiye taşınıyordu. Oranın güvenli olduğuna inanıyorlardı.
Vadinin etrafını döşeyen ağaçların etrafında uyanan ağaç cadıları ellerindeki süpürgelerle ormanın girişini mütemadiyen süpürüyordu. At insanlar geceleri vadinin etrafında koşuyorlardı ve cazılar da geceleri mumlar ve tütsüler yakıp karanlık ve ürpertici gölgelerin vadiye girmesine engel oluyordu.
Vadiye yerleşmişti tüm cazılar. Aylensis, evi olan dik dağ yamacının oyuğundan vadiye baktı. Ormanın sarı, yeşil, kırmızı renklerine. Kendisine vadiye inerken götürmek için bir çıkın hazırlamıştı. İçinde kendi tütsüleri bulunuyordu. Geride bıraktıkları içinde çok kıymetli bir dolabı vardı. İçi cam şişeciklerle doluydu, gözyaşı şişecikleri ile. Dolabını sıkı sıkı kitledi. Ama kilit ona yeterli koruyucu gelmemiş olacak ki, bir de koruma büyüsünün efsunlu sözlerini mırıldandı. Ardından kocaman karanlık bir keçe ile örttü üzerini. Tüm bunları yapmadan evvel eline aldığı bir şişeciği mağaranın oyuğuna getirene kadar avucunun içinde sıkı sıkı tuttu. Oyukta, vadiye bakarken derin bir nefes aldı, yüzünde, teninde, karnında bir heyecan vardı. Cam şişeciği tam da ayaklarının dibine attı ve parçaladı. Şişenin parçalarının arasından bir duman yükseldi ve yükselen duman, kambur cazının teninin her noktasını kapladı. Birkaç dakika sonra cazı Aylensis dumanların arasından yürüdüğünde kıpkırmızı saçları ve ay gibi ışıldayan teni, sis gibi gri gözleri ile çok güzel bir genç kadına dönmüştü. Seneler sonra gene dimdik ve güzelliğinden emin bir şekilde yürümek ona pek tatlı geldi. HAzırladığı çıkını sırtına bağladı ve çevik sıçrayışlarla yamacı inmeye başladı. Rüzgarın tenine değmesini ve hızını sevdi. ÇAtırdayan evin yanına inene kadarki her sıçrayışından müthiş bir haz aldı.
Çatırdayan evin yanına vardığında at insanlarda biri, ormanın titrek ıhlamuru kadar yaşlı olan Canadam ile karşılaştı. Canadamın kahve derili yüzü bir ağacın gövdesini andırıyordu. Bir ağaç gibi devasa ve heybetliydi.
“Uzun bir süredir seni böyle renkşi görmemiştim!” dedi canadam hayretle cazı Aylensis e bakarak. Aylensis alımlı alımlı gülümsedi. Güzelliğinin dikkat çekiyor olması hoşuna gitmişti. Çatırdayan evi gören bir ağacın oyulmuş kovuğuna girdi ve çıkınını açtı. Çıkının içinden aldığı bir avuç tozu kovuğa üflediğinde kovuk genişledi ve bir ev haline geldi. Çıkının içindeki eşyaları yerleştirdi ve sepeti koluna takarak kovuğu bırakıp ormana doğru yürüdü. Karanlık basmadan toplaması gereken mantarlar ve otlar vardı.
Aylensis genç ve çevik bedeni ile her zamankinden çok daha kısa sürede sepetini doldurmayı başardı. Karanlık çökerken kovuğun kenarında minik bir ateş yaktı, içeriyi tütsüledi ve kendisi için yaptığı yatağa uzandı. Diğer cazılar ve at adamlarla birlikte vadiyi koruyacaklardı. Karanlıklardaki ürpertiler herkesi ürkütüyordu. Gece yaratıkları ve gölgeler görülmeyeli asırlar olmuştu ve onları şimdiki şekilleri ile tanıyabilen pek kişi kalmamıştı artık. At adamlarla birlikte cazılar, çatırdayan evin yetim çocukları gelene kadar evi ve vadiyi korumaya devam ettiler.
Ürpertici yaratıklar karanlık olduğunda geliyorlardı. Vadi halkı barınaklarının kapılarını ve bacalarını sıkı sıkı koruyordu. Vadinin ortasından akan suyun başında bir cazı sürekli efsunlar okuyordu çünkü geceleri nehrin içerisinden yosunsu saçları ile çıkan yapış yapış tenlerini yer yer yosunların örttüğü kızlar ayak bastıkları yeri soğutup ürpertiyordu. Cazıların efsunlu sözleri onların nehirlerine girmesini engelliyordu. Ormanda ürpertici gölgeler ve ters ayaklı cüceler geceleri ortalıkta dolaşıyordu. Geceleri ateşleri koruyan ateş iyeleri artık hiç uyumuyorlardı çünkü ateşe gelen al yazmalı gece kadınları evlerin içine en daracık bir yarıktan bile olsa giriyor ve evlerdeki en masum canları, mini bebecikleri çalıyorlardı. Cazıların ve at insanların devriyesi bu tür canlılardan vadi halkını koruyabiliyordu. Ancak gece gündüz korumak bu yaratıklarla uğraşmak onları çok yormuş ve bitkin bir hale getirmişti.
Aylensis güneşin ilk ışıkları ile uyuyor birkaç saat uyuduktan sonra diğer cazılarla birlikte güneş batmadan kalkıp gece için hazırlıklara başlıyordu. Çok az dinlenebildiği için her yeri acıyordu. Geceleri devriye gezerken dönüp durduğu bir alan vardı. Çember gibi bir hattı gezmeye başlıyor yaratıkları, nehir kızlarını veya ters ayaklı cüceleri ürkütüp kaçırıyor sonra başladığı noktaya döndüğünde gene aynı canavarları görüyordu. Çok yorgun hissederek güz güneşinin kovuğunu doldurması ile uyandı. ORtalıkta açmış kırmızı ve sarı güz çiçeklerini farketti. Ortalıkta bir bahar havası vardı ve heyecanlandı. Titrek ormana kimin girdiğini hissediyordu. Kalbi hızlı hızlı çarpmaya başlamıştı. Asırlar geçmişti. Acaba gerçekten görebilecek miydi?
İkindi vakti at sırtında bir adam vadiye girdi. Geniş omuzları kapkalın kolları, uzun kahve saçları hem sert hem de gülümseyen belirgin yüz hatları ile gelen, çatırdayan evde yetişen Alahçın’ın yetim çocuklarından biriydi. Atasagun cömert gülüşüyle vadiye ve yetiştiği eve baktı. Onun bıraktığından başka görünse de çok benzeyen yönleri görülebiliyordu. Atasagun vadiye döndüğü için son derece mutluydu. Canadam ve diğer at insanlar onu karşıladılar. Kuşların kendisine getirdiği haberi alır almaz yola çıkmıştı. Zaten yollarda geçmişti asırlardır hayatı. Hiçbir yere konmamış, konamamıştı. Olan biteni dinledi. Aylensis’i görünce ona doğru yürüdü. Hayret ve özlemle karışık baktı ona,
“Ne kadar güzelsin, bunca seneden sonra!” dedi. Aylensis utangaç ama gururlu baktı ona. Cevap vermedi. Ne desindi? Atasagun gittikten sonra vadiden ve titrek ormandan çıkamadığı için kendisine ne kadar kızdığını mı söylesindi? Güneşin Dünya’yı aydınlattığı her dakika yaşadığı kayalıktaki oyuktan vadinin her köşesine baktığını mı söylesindi. Öyle çok ağladığını ve zamanın yapamadığını gözyaşlarının yaptığını mı anlatındı. Göz pınarlarından yaşlar akarken yüzünün nasıl buruştuğunu,nasıl saçlarında tek bir renk kalmadığını, kamburunun nasıl çıktığını mı anlatsındı. Yaşamanın hiçbir cazibesi kalmadığını mı anlatsındı. Sustu. Seneler sonra bu adamı görmenin verdiği karmakarışık düşüncelerin arasında belirgin bir his vardı. Özlemek ve keyif. Durdu ve hissetti. Tenlerinin birbirlerine bu kadar yaklaşmasının verdiği lezzeti hissetti. Sonra dik ve mağrur yürüdü, sırtına yayı eline tütsüsünü aldı. Birazdan gece yaratıkları için nöbete yürüyecekti.
Atasagun Aylensis’in alımlı bedenini ve yürüyüşünü izledi. Onu görmekten bu kadar hoşnut kalacağını ummamıştı. Evin kocaman ahşap kapısına yürüdü. Orada duraladı biraz. ÇAtırdayan evde o büyürken 13 oda görülmüyordu dışarıda. Ondan önce ve ondan sonra yaşayan çocukların odaları eklenmiş olmalıydı. Ama kapısı aynıydı. Kapının kenarında Alahçın Ana’nın ona bakındığı devasa pencere aynıydı. Pencerenin önündeki sepet aynıydı. Duygulandı. Kapıyı açtı. İçerideki koku ona tanıdık geldi. Karşıdaki kocaman şömine, şöminenin kenarında kıvrılıp uzandığı sedir, Alahçın neennin hikayelerini anlatırken, örgü örerken, çorbayı karıştırırken oturduğu kocaman koltuk aynıydı. İşte orada çok soğuk kış günlerinde Alahçın anasına sokulup uyurdu, sıcak sırtını ayaklarını ısıtırken. Odasına doğru yürüdü. Odası, hayaller kurduğu, kızdığı, sığındığı haliyle oradaydı. Unuttu sandığı tüm anılarıyla. Çok uzun bir yol gelmişti. Yatağına uzandı. Alahçın Anası sanki dün yıkamış da sermiş gibi tertemiz kokuyordu çarşaflar ve yumuşacıktı yatak. Alahçın anası kızardı ona böyle kirli yattığı için. Yorgundu ama çok. Tiz sesi ortaya çıkana kadar uyuyup dinlenmek ona iyi gelecekti. Tıpkı eski günlerdeki gibi. Üzerine yorganı çektiğinde keyifli bir uykuya bıraktı kendisini. Sıcacık hissetti kendisini. Uykuya dalarken minicik ama kor gibi yakan bir damla sızdı gözlerinden yanaklarına. Derin ve konforlu bir uyku sardı sarmaladı onu.
Comments