Bundan çok başka bir zamanda, çok başka bir diyarda minicik bir kız yaşarmış. Kocaman ve kalabalık bir ailesi varmış. Dünyanın en güzel ormanının kıyısında kırmızı çatılı turuncu, şirin bir evleri varmış. Ailesi kocamanmış, insanlar kadar hayvanlar da ailedenmiş. Keçiler, koyunlar, tavus kuşu ve hindiler, atlar ve eşekler. Tavşanlar ile geyikler komşu koca ormandan onların bahçelerine sık sık ziyarete gelirlermiş ve onlarda en az kediler kadan ailedenlermiş. Minicik kız sürünün otlatılmasından sorumluymuş ailede ve her zaman yaptığı gibi sürüsünü peşine katıp yollanmış dağlara. Kavalı ile güzel şarkılar çalmış, göğü seyretmiş ve sepetine bir sürü mantar toplamış. O gün kendini fazlaca cesaretli hissetmekteymiş bu nedenle evden daha önce hiç uzaklaşmadığı kadar uzaklaşmış. Kız normalde hava olaylarını iyi tahmin edermiş ama bu sefer nasıl olduysa yaklaşan kocaman bulutları ve taşıdıkları inanılmaz yağışı farketmemiş. Güneşin batmaya epey yaklaştığını da. Bu nedenle onu ve sürüsünü sarsan şiddetli fırtına başladığında önce çok korkmuş. Sonra dönüş yolunu gün bitmeden tamamlayamayacağını anladığında sürüsü ile bir mağaraya sığınmış. O geceyi mağarada geçirmişler ancak fırtına tam 7 gün 7 gece devam etmiş. Hava açtığında sürüler çıkıp otlamış, kız biraz topladıklarını yemiş biraz keçilerin sütünü içmiş. Daha önce bir başına bu kadar uzun süre sağ başında kalmamışmış. Yapabildiğini görünce kendisini büyüdü sanmış. Böyle sanınca da kendini mutlu hissetmiş. Bu 7 gün hem korkmuş hem sevinmiş. Sonunda kendini iyice büsbüyük sanarken dönüş yoluna çıkabileceği kadar açılmış hava, o da katmış sürüsünü peşine ve başlamış hızlı adımlarla yürümeye. Dönüş yolunda hemen yolun kenarında o uzun süren bol ve bereketli yağışların güzel bir hediyesini bulmuş. Koskocaman bir mantar, hem de bir Boletus mantarı. Bu mantarı çok lezzetli bulur çok da severmiş. Hemen koparmış, daha önce hiç bu kadar büyüğünü görmemişmiş. Kopardığı mantarı yemek için hızlı bir ateş yakmış, mantarı közlemiş. Mantar sulandıkça sulanmış ve enfes bir koku yayarak pişmiş. Bizim kız kocaman bir ısırık almış mantardan. Sonra lezzete şaşmış, kafası kadar kocaman mantarın şapkasını afiyetle mideye indirmiş. Kocaman şişmiş göbeğini sıvazlayarak yola geri dönmüş. Ama eve doğru yürürken birden ellerinin kocaman olduğunu farketmiş. Elleri gibi ayakları da kocamanmış. Sonra bacaklarının ve cüssesinin de oldukça heybetli bir hal aldığını farketmiş. Nasıl oldu da böyle oldum diye şaşmış ve kahkaha atmaya başlamış. Kahkahalarını durduramayınca, hele kahkaha atmaktan böyle içten içe keyif de aldıkça sanki biri onu gıdıklıyormuş gibi, yediği mantardan zehirlendiğini düşünmeye başlamış. Bir süre sonra yürüdüğü patika ikiye ayrılmış. O zaman nereye gidiyordum acaba diye sormuş kendine ve nereye gittiğini unutmuş. Bir evi olduğunu ve oraya döndüğünü. Sonra farketmiş ki adını da unutmuş. Adı neymiş acaba? Kendi kimmiş? Bunları düşünmüş düşünmüş bulamamış ve patikalardan eve gitmeyenini seçmiş. İçi merak doluymuş, kimim ben? Kimim acaba? Bu arada onu takip eden keçiler eve geri dönmüşler, bizim kız keçilerin ona ait olduğunu bile unutmuşmuş. Günler günleri takip etmiş ve yolculuk uzadıkça şenlenmiş.
Dağ yollarının arasındaki patika alçalırken etrafındaki doğa da değişmiş, iğne yapraklı ağaçlar yerlerini geniş yapraklı ağaçlara bırakmış, uzakta gelin tülünü andıran zarif bir şelale belirmiş evvela ve şelalenin döküldüğü yerde güzel, bol sisli ve şirin evlerden oluşan bir köy belirmiş sonra. Kız o köye kadar yürümüş. Yürürken sepetini unutmamış ama ve sepetini dağ mantarları ile doldurmuş. O köyde dağ mantarları pek kıymetliymiş. Kız mantarları satmış, güzel para kazanmış. Kazandığı para ile köydeki kocaman bir hana girmiş ve karnını doyurmuş. Çok leziz bir yahniyi bitirdikten sonra yanında beliren yeşil renkli yünden örülü bir süveteri olan yaşlı bir adamla sohbete başlamış. Uzun yürüyüşten sonra tam da şimdi oturmakta olduğu şöminenin kenarı ona çok dinlendirici ve sıcak gelmiş. Yaşlı adamın yüzünde dans eden alevlerin ve gölgelerin yansımasını izleyerek anlatmış ona, kim olduğunu bilmediğini ve bu nedenle yollarda olduğunu. Adam onu biraz dinledikten sonra elindeki çayından kocaman bir yudum içmiş ve ona sorular sormuş. Bu mantarları nerede buldun, nasıl anladın zehirli mi değil mi? Mevsimlerden hangisindeyiz? diye. Kız mantarı, nasıl bulduğunu ,zehirliden nasıl ayrıldığını anlatmış. Hem zehirli olsa geyikler bu mantarı yemezdi demiş. Geyikler senden kaçmadı mı demiş yaşlı adam. Kız hayır neden kaçsınlar ki demiş. Çok severiz biz birimizi. Sonra mevsimleri, ayı ve yıldızları, güneşin döngülerini anlatmış kız uzun uzun. Kim olduğunu hatırlamasa da doğayı çok iyi hatırlıyormuş. Belki doğanın içinde uzun ve bir başına geçirdiği zamandandır böylesi iyi hatırlaması. Konuştukça konuşmuş, kelimeleri tükenince de susmuş. Adam dönüp kıza gülmüş, çok sevecenmiş gülümsemesi ve sonra demiş : "Sen bilmesen de adını, kim olduğun ortada. Buralara nadir gelir senin gibiler ama biz sizlere yolgezer deriz. Maceracı ve bilge insanlardansınız. Hem böyle büyük cüsse ancak onlarda gördüğümüz şeydir. Bilgedirler ve macera düşkünüdürler. Onlardan biri olduğun gün gibi aşikar." Kız amcayı dinlemiş ama pek aklına yatmamış dedikleri, cüssesinin büyüklüğü mantarın etkisi olmalı diye düşünmüş. Zehirli olmadığını biliyormuş ama böyle büyük elleri olmasını da açıklayamıyormuş. Kalan parası ile güzel bir oda tutmuş kendine ve uyumuş güzelce. Ertesi gün köyden ayrılacakken falcı olduklarını duyduğu kızkardeşlerin evini bulmuş. Kardeşlerin evi oldukça şirinmiş. Bahçesinden her yerden çiçekler fışkırıyormuş. Kasımpatılar, siklamenler renk renkmiş. Kocaman ahşap kapılarında birbirine değen 3 spiral şeklinde bir işaret varmış. Kız işareti de işareti oraya kazıyan ustanın işçiliğini de pek beğenmiş. Kocaman bir el şeklindeki demir tokmağı 3 kere vurmuş. Sonra kapı ardına kadar açılmış ve kıkırdama seslerinin eşliğinde 3 kız kardeş çıkmış kapıya. Buyur etmişler içeri, güzel bir kahvaltı sofrasına. Yemiş içmişler, kızı dinlemişler. Sonra ahenkli bir şekilde ve sıra ile konuşmuşlar. Biz, yardım ederiz bulmana kendini verirsen bize ellerini. Ellerindir marifetin, kaderin, geçmişin ve geleceğin. Kız uzatmış ellerini kardeşlere doğru. Evvela en küçük olan almış ellerini, evirmiş, çevirmiş, uzun uzun incelemiş. Sonra şöyle demiş: "Bu eller pek iri bu maharetli olmasından ve hiç yorulmamasındandır." Ortanca kardeş almış sonra ve demiş "Şu iri oyuklar maharetinin şifa olduğunu ve pek çok macera içerdiğini söyler" en küçük olan almış ve demiş ki "Ve maceraların hepsi neşe getirdiği kadar acı da getirir, acı neşenin kardeşidir ne olsa". Kız böyle uyaklı konuşan 3 kardeşi ve ikramlarını çok sevmiş. Onlara anlatmak istemiş aslında elleri küçüktür ama tam da emin olamamış elleri küçük müdür ne zaman küçüktür, hatırlamaya çalışırken 3 kardeş şöyle devam etmiş: "Kimliğimi göreceğim diyorsan eğer kader çeşmesine varmalısın. Yolunu biz bilemeyiz ama kocamış ormanda dolanıp duran bir huysuz ustanın peşine takılırsan seni oraya yaklaştırır." Kız daha fazla da sormak istemiş ama 3 kızkardeş bolca kıkırdamış, uyaklı şakalar yapmış ve güle eğlene bir şarkı söyleyerek, kıza güzel yolluklar ve rahat kıyafetlerden bir çıkın vererek uğurlamışlar onu. Kız sıcak evden ve çiçekli bahçeden çıkmış, kocamış ormanın içinde dolaşmaya başlamış. Kıvrıla kıvrıla uzanan patikalar görmüş ve patikaların peşine takılmış. Yürüdükçe yürümüş. Koca koca ağaçların dibinde yeşeren minicik çiçekli ağaçları görmüş ve bu ağaçları buralara kimin diktiğini merak etmiş. Orası burası sargılı yaban hayvanları görmüş ve onlara kimin yardım ettiğini de merak etmiş. O nedenle baştan ayağa dikkat kesilmiş. İleride yaşlıca bir adamcağız farketmiş, toprağı eşeleyen. Ona yaklaşmış ve kendini tanıtmış. 3 kız kardeşten bahsetmiş. Kim olduğunu aradığını söylemiş. Bir de kader çeşmesinin yerini bilip bilmediğini sormuş. Yaşlı adam "Spiraller ve dolambaçlı yollar" demiş. "Kaderin ağları gibi sarılır durur önümüzde arkamızda ve yüreğimizde". Biraz öksürmüş "Ben ile seyahat elbet bir yakın eder bir uzak eder" sonra tekrar konuşmuş "Şüphesiz bol eziyet bol meziyet gerektirir." Kız anlamamış yaşlıca adamın sözlerini ama takılmış peşine. Yaşlı adamlar birlikte günlerce ormanda dolaşıp durmuşlar. Bir sürü tohum tanımış kız ormandaki seyahatlerinde. Ardından yaşlı adamdan ağaçların birbirlerine bağlı olduğunu öğrenmiş, tıpkı her birimiz gibi. Ve ana ağaçların yanında tohumların daha gürbüz serpilip yetişeceğini. Yürüdükçe spiraller çizerek adam daha da çok anlatmış, insanların nasıl çobanlar olduğunu ve iddia etmiş, bitkileri ve hayvanları korumanın bu çobanlığın en birinci prensibi olduğunu. Kıvrılıp dolanan yollarda öyle çok işleri varmış ki, hayvanlara yardım etmek ve tohumları ekmek dışında bir de kuru odun parçalarını topluyorlarmış. Toplayıp hepsini bir örnek haline getiriyor sonra civar köylerde satıyorlarmış. Kız bu odun parçalarını köylere götürme işini yapıyormuş. Çok da yoruluyormuş bu işi yaparken. Gide gele köylerden birinde kendi gibi iri elleri ve iri ayakları olan bir delikanlı ile tanışmış. Delikanlı onun günde güne süzülen çehresini, nasırlanan ellerini ve yorgun bedenini gördükçe ona üzülürmüş. Dermiş ki, bu bitmeyen yolların mahpusundur. Bir maceralı yol var haritamda, ikimizin önünde. Keşke katsan kendimi yanıma, ortak olsan aşıma. Kız kader çeşmesini bulması gerektiğini söyler bu teklifini kabul etmezmiş. Delikanlı da ona şu ilerde yaşayan 3 dul kadın var demiş. Dünya kadar yaşlılar. Yün eğirir dururlar. Belki söylerler sana yerini demiş. Kız bunun üzerine 3 dulu ziyarete gitmiş. Tıpkı 3 şen kardeşin evi gibi bu 3 dulun da evleri ormanın kıyısındaymış ve bahçeleri bin bir çiçekle doluymuş. Kocaman ahşap kapılarında gene birbirine değen 3 spiral varmış. Demirden bir elden yapılan tokmağı 3 kere vurmuş ve içeri buyur olunmuş. Gürül gürül yanan bir ocağın kıyısına oturmuş ve kendisine verilen yemeği afiyetle yemiş. Yaşlı adamla günleri öyle doluymuş ki, dinlenmeye, yemek yemeye pek vakitleri kalmıyormuş. Sıcak yemek içini ısıtmış ve ardından bir rehavet çökmüş üzerine. 3 dullar şöminenin karşısında uyuyakalan kızacağızın üzerini örtmüşler. Uykusu çok uzun sürmemiş ama uyandığında sanki bir asır geçmiş gibi hissetmiş kendini. Orada iyice dinlenmiş ve kadınlara yaptıkları işi sormuş. "Ben yünü eğirir iplik ederim" demiş biri "Ve ben zamanı döndüğünce ipliği asama sararım" demiş diğeri "Ben de vakti geldiğinde ipi keserim" demiş diğeri. Kız bu 3 kadının yaşlı başlı ve gizemli haline şaşmış, yediği yemek ve uyuduğu uyku için bir de öğrendiği bilgi için teşekkür etmiş sonra yaşlı adamın yanına dönmüş. Yaşlı adam ona demiş ki "İğin, ipliğin ve sonun bilgisi
erince aklına akar çeşmenin yolları, yakındır bir muhalefet ile bir musibet, patikadan çıkasın ki bulasın". Kız gene anlayamamış adamın sözlerini. Günlerden bir gün epey yorgunca bir halde imiş ve söylene söylene çıkmış yamaçtaki en yüksek ağacın tepesine. Ne diye ormandaki ağaçları dikiyoruz ne diye geyikleri ve dağ keçilerini iyileştiriyoruz hele bu odun toplama işi neden bu kadar uğraştırıcı diye öfkeyle düşünüyormuş. Oturmuş en yüksek dala ve seyretmiş ormanı. Orman onun dolaştığı aylar ve seneler içerisinde değişmiş ve dönüşmüş artık ona o kadar kocamış bir orman denemezmiş. Hele ki bahar erişmiş ve onların yeni diktiği ama hızlıca büyüyüp gürbüzleşen çiçeklerini kuşanmış ağaçları görünce. Aralarda koşuşan ceylan ve karaca sürüleri pek hoşmuş, onlar sayesinde bu kadar artmış sayıları ve senelerdir kocamış ormana yangın husumeti uğramamış. Yaşlı adama göre odunları toplamalarının faydası buymuş. Ama ormana dikkatlice dikkatlice bakınca dönüp durdukları yollarla 3 birbirine değen spiral çizdiklerini anlamış. Ardından iyice seçmiş ki, ilk spiralin ortasında ilk 3 kız kardeşin evi var ve diğerinin ortasında ikinci 3 dulların. Son spiralin ortasında da bir evin bacasından dumanlar tütmekte imiş ve kız heves ve heyecanla o eve doğru koşmaya başlamış. Kısa süre içinde o eve varmış ve kapılarındaki demir elden tokmağı 3 kere çalmış. Aynı mahir ustanın oyduğu spiral işaretine dokunmuş ve beklemiş. Kısa bir süre sonra kapı açılmış. Bu sefer oldukça zarif 3 kadın açmışlar kapıyı. Kızı buyur etmişler gene ve güzel kekler ile pastalar ikram etmişler. Zarafetle eğilerek demişler ki "Dürüstlük ve ahlaktır en güzel erdemin." "Ve bir de zerafet ve sadakat" "Ustana söyle vaktidir hakkaniyetin" Bu gizemli lafları aklında tutmuş ve koşa koşa ustasının yanına gitmiş. Usta o zaman kıza dönmüş ve büyülü spiral yolların ortasına doğru ilerleyen patikanın ışıldayan yollarını göstermiş. Bunu gösterdikten sonra bir taşa dönüşmüş, minicik taşı bir kaplumbağa yutmuş ve kaplumbağa kocamış ormanın içinde dönüp duran birbirine değen spiral yollarda seyahate devam etmiş. Kız ışıldayan yolu takip edince bir kuleye varmış ve kulenin tepesine kadar çıkmış. Orada bir çekmeden gümüş bir havuza bir su akmaktaymış. Kader çeşmesi bu olsa gerek demiş kız, o esnada kocaman bir ay parıldamış ve ışıkları çeşmenin aktığı havuza düşmüş. Kız ışık ışıl havuza bakmış ve kendini görmüş. O kadar arayıp da öğrenmek istediği sorunun yanıtı orada görünüyormuş işte. Kim olduğu ortadaymış. Uzanıp gördüğü yüzü ellemek istemiş ve ellerini suya sokmuş. Ay ışığı ile yıkanmış suların değdiği elleri ay gibi parıldamaya başlamış. Sonra ay oradan uzaklaşmış ve kız da kuleden inmiş aşağı. İnerken kim olduğunu biliyormuş artık. Yürümüş ve yollarının hep düştüğü köye varmış. Olan biteni cüssesi kendine benzeyen delikanlıya anlatmış ve şifalı ellerini göstermiş, çeşmede duyduklarını delikanlının kulağına fısıldamış. Delikanlı nihayet bitmeyen spiralli eziyetli yollardan böyle meziyetli çıkıp kurtulmasına sevinmiş arkadaşının ve ona yolculuk için hazırlandığını söylemiş. Bitmeyen bir macera yolculuğu için haritası varmış. Yola çıkmadan 3 gün 3 gece sarılmış ve uyumuşlar, ardından sonsuza kadar macera ve şifa eksik olmamış yollarından.
Comments