Peyma ve Zersenil eve, Haluk'un yanına döndüler. Aylensis ve Atasagun da evdeydi. Tuhaf bir sakinlik vardı herkesin üzerinde. Şömine yanıyordu ve karlar yağmaya başlamıştı dışarıda. Zersenil de hiç konuşmadı eve girdiğinde. Ortalıkta güzel bir koku vardı. Ev kokusu diye düşündü Zersenil.
Zersenil şimdi 'Gözcü' ismini verdiği bir kulede yaşıyordu. Gezmediği zamanlarda tabi. Evde olmayı özlediğini fark etti ve sonra yaşadığı yeri hiç ev olarak düşünmediğini fark etti. Kendisini seneler sonra nihayet evde hissediyordu. Aklında sürekli olarak bir karmaşa dönüyordu:
"Neden hiç tekrar gelmedim? Neden diğerlerine ulaşmadım? Ormanda olup biten bu şey ne?" Ama herkes çok sakindi. onun da zihni diğerleri ile birlikte sakinleşti.
Ateşin karşısına uzandı. Alahçın Nene'nin sallanan sandalyesine Koca Adam oturmuştu. Zersenil'e bakıp şefkatle gülümsedi Koca Adam. Zersenil o zaman, Koca Adam'ın şefkatli bakışlarını Alahçın Nene'ye benzetti. Peyma Zersenil'in bacaklarını okşadı, sonra herkese el sallayıp kayboldu ortalıktan. Yedi yetimler artık gece çökmeden göz önünden siliniyorlardı.
Aylensis de geldi Zersenil'in uzandığı kanepenin karşısına. O da uzandı. Atasagun ilerideki odadaydı. O akşam enteresan birşey oldu, Atasagun eşyalarının arasından eski bir çalgısını buldu ve getirdi. Akord etmek için biraz uğraştıktan sonra şarkı söylemeye başladı.
"Sesi ne kadar kalınlaşmış" diye düşündü Aylensis. "Birbirimizi sevdiğimizde, öptüğümüzde daha çocukmuşuz ikimizde." diye düşündü. Bunu anlamasına şaşırdı biraz. Ama onun için sanki zaman durmuştu. Sanki herkes gittiğinden beri geçen yıllar, tuhaf bir yanılsamaydı.
Koca Adam'da katıldı Atasagun'un şarkısına. Cazılar, çay ile baklava getirdiler yetimlere. Herkesin yüzü gülümsedi.
"Çalmayı çok severdin! Sonra da çaldın mı birşeyler?" diye sordu birkaç parça sonra Koca Adam Atasagun'a.
"Pek çalmadım aslında."
"Anlatsana neler yaptın?" dedi Koca Adam.
"Size hiç anlatamadım ama aslında ben gitmeden önceki gece, Alahçın Nene gelip bana haritamı verdi. Ben de o heyecanla, gecenin bir vakti, haritamı ve pusulamı alıp çıktım yola."
"Krallığına!" dedi Koca Adam.
"Evet, ne Krallık ama!" dedi. "Beni neden Alahçın'ın aldığını Kartal Yarı'na gittiğimde anladım. Karanlık Krallık!"
"Yarık Kapı'dan geçtin mi hakikaten?" diye sordu Zersenil.
Atasagun kafasını salladığında herkes nefesini tuttu. Aylensis şaşkın ve kırgın dinliyordu Atasagun'u. Sonra nereye gittiğini öğrenmeye cesaret etmemişti hiç. Herkesin ormanın dışındaki Dünya hakkında birşeyler biliyor olması kendisini biraz kötü hissetmesine neden oldu.
"Kartal Yarı neresi?"
"Benim varisi olduğum Krallık, buralarda bilerce yıldır lanetli olarak bilinen bir Krallık. Girişi sadece Yarık Kapı ismi verilen bir kapıdan mümkün. Ama o kapı, Kartal Yarı ismi verilen çok kayalık ve sürekli fırtınalı olan bir vadide. Binlerce sene evvel, yarıktan, Krallığımdan kimsenin çıkmaması için o kapı lanetlenmiş." dedi şefkatle.
"Neden?" diye sordu Aylensis.
"Krallığım, çok tehlikeli binlerce canavar içeriyor. İnsanlar lanetin etkisi altında. Çoğu yüzlerce sene evvel ölmüş, kaya mezarlarında duruyorlar. Ölmüş olmalarına rağmen, sonsuz uykularına gidemedikleri için öfkeliler. Çok da tehlikeliler. Canlı olan herhangi birşeyin varlığına tahammül edemiyorlar. Ülkemin yollarında yürümek, acı dolu çığlıklar ve tehlikeli yaratıklar nedeni ile imkansız artık."
"Kartal Yarı'nın sahibesi Kartal Kadın seni görmedi mi?" diye sordu Zersenil.
"Gördü, o olmasa asla içeri giremezdim." diye yanıtladı Atasagun.
"Bu fırtınali kayalık vadinin hanımı bir siren. Bir kuş kadın. Tehlikeli ve kimse ile konuşmamış, sesini duyanların öldüğü rivayet ediliyor. Ama ben de duydum sesini. Beni büyüleyen bir sesi var. Vadiye girdiğimde tanıdı beni. Hem eğitti hem de Yarık Kapı'dan geçmemem için uyardı."
"Siren'in sesini duyup yaşamaya devam ettin. Büyülendin yani?" diye sordu Aylensis. Sirenler eğer seslerini öldürmek dışında kullanıyorlarsa, karşısındakileri hükümleri altına alırlar.
Atasagun utanarak boynunu eğdi.
"Evet, Kartal Kadın'ı gördüm, işittim ve büyülendim. Her sözüne itaat etmedim ama aklımdan onu çıkartabildiğim çok az zaman oldu." dedi. Bir sessizlik oldu sonra. Aylensis, ne hissetmesi gerektiğini bilemedi. Siren büyüsünün ne kadar etkili olduğunu biliyordu. Atasagun'a olan kızgınlığının dağıldığını hissetti biraz. Ama sonra aklına, neden onu almadan, haber bile vermeden gittiği sorusu geldi. Huzursuz etti bu soru kalbini. Ama Atasagun anlatmaya devam ettiğinde sustu:
"Onun bana verdiği iple birlikte girdim Yarık Kapı'dan. Ülkeme girdiğimde ne yapacağımı bilmiyordum. Yaşayan birinin olduğundan şüpheliydim. Annemi ve babamın bağlı oldukları Kaya Mezarlarına girdiğimde dehşetle kendisini yaralamaya devam eden ve kayaları durmaksızın yumruklayan iki korkunç varlıkla karşılaştım sadece. Çok zor bir his. Saray harabe halde. Herşeyin yazılı olduğunun söylendiği kütüphanenin olduğu yer zincirli ve Kütüphaneler, kapıları ile birlikte ortada yoklar. Ne zaman oraya gitsem kafam karışıyor ve sanki kontrol edemediğim bir rüyadaymışım gibi başka bir tarafa savruluyorum. KArtal Kadın'ın verdiği ipi dolayarak geri çıkıyorum geriye. Ama çok zor. İşte gittiğimizden beri iki kere girdim ve çıktım. Her girişim-çıkışımla bilmem 8 sene mi 10 sene mi sürdü."
Herkes şaşkınlıkla baktı ona.
"Bir faydası var mı ülkemin, ülkemi kurtarmanın kimseye bilmiyorum artık." dedi sonra. Ortalık sessizleşti.
"Senin Kral olduğunu sürekli söylerdi Alahçın" dedi Aylensis.
"Mezarlık Bekçisi deseymiş daha doğru olurmuş belki." dedi Atasagun.
"Gitme o zaman" dedi Zersenil. Aylensis soluğunu tuttu. Herşeyi düşünürdü ama yazgısı Kral olmak olan Atasagun'un yazgısının peşine düşmemesini düşünemezdi. Şaşırdı bu düşüncesine. Atasagun'un yazgısına ne kadar bağlı olduğunu ne kadar iyi bildiğine şaşırdı. O zaman ne diye kızdım o kadar ona diye de düşündü sonra.
"Gitmeyip ne yapayım? Annemin, babamın halini görsen. "
"Onları ölüler Dünya'sına göndermesi gereken kişi değilsin ki." dedi Zersenil.
"Belki de o ölüler dünyasına ben de ait olmalıyım. Bilmiyorum artık." dedi Atasagun.
Koca Adam Atasagun'un sırtına vurdu birkaç kere.
"Hepimiz ne zor şeyler yaşamışız" dedi. Sonra cebinden bir mızıka çıkardı ve çalmaya başladı. Arada duruyor ve gülümsüyordu herkese. Onun bakışları yumuşattı ortalığı. Atasagun da iyi hissetti kendisini. Evde hissetti. Senelerce evini aramıştı, O korkunç ülke, saray, kayıp kütüphane ve tüm ölememiş insanlar, korkunç bir kabus gibiydi. Burada olmayı özlediğini hissetti. Gözlerinden birkaç damla yaş bile düştü. O zaman Aylensis de Zersenil de sarıldılar ona. Koca Adam'da öyle. Birlikte şarkı söylemeye devam ettiler sonra. Çocukluk anılarından bahsederek.
"Kaplumbağaların hepsini peşine takıp odana getirdiğin günü hatırlıyor musun Aylensis?" dediğinde Koca Adam hepsi de güldüler. Aylensis bazı hayvanları cazıyken annesi ile yaşadığı yere getiriyordu ama Alahçın Nene'nin evi gerçek bir evdi, bir cazının yaşadığı türden kayalık oyuntusu veya ağaç kovuğu değil. Sürüyle böcekler veya kaplumbağaların hoş karlışanmadığını o gün öğrenmişti Aylensis. gülmekten karınlarına kramplar girdi. Aylensis bile şaşırdı. Geri çağırdığı anıların içinde olmayan bir sürü anılar dinledi. Ve herkesin artık uykusu geldiğinde, Atasagun ona göğsündeki kolyeyi gösterdi:
"Gitmeden evvel saçlarını kesmiştim, affet beni. Sonra onların bazısı kızıldan böyle beyaza döndü ve ben Yarık Kapı'da çok uzun seneler kaldığımı sandım. Seni dönüp de bulamayacağımı veya bulduğumda artık çok yaşlanmış olacağını sandım" dedi. Sonra koklayarak Aylensis'in kırmızı saçlarını öptü. "İyi geceler." Aylensis kafası karışık şekilde yattı yatağına.
Söylemek istedi aslıda, çok geç olmuştu zaten. Ama diyemedi. Ne diyeceğini, nasıl diyeceğini bilememişti. Ama yorgundu, göz kapakları çok ağırlaşmıştı. Diğerleri ile birlikte çok geç olmadan o da uyudu. O gece ve sonraki birkaç gece ev halkı çok rahat ve huzurlu uykular uyudular.
Comments